Fiksasyon Nedir?

Saplanma [Fiksasyon]

Bir kişinin bir nesneye ambivalan olarak bağlandığı ya da bağlı kaldığı süreci anlatır. Bu, gelişimin daha önceki dönemine uygun bir nesnedir. Dolayısıyla saplanma, libidinal gelişim dönemlerinde yeterli olarak ilerleyememeye bir kanıttır. Kavram, saplanmış bir kişinin a) bebeksi çağdışı davranış örüntülerine gerileme eğilimini, b) saplandığı nesneye benzerliklerine bakarak kompulsif tarzda nesne seçmesini ve, c) geçmişte kalan nesneye yatırımdan dolayı eldeki enerjide fakirleşmeden muzdarip oluşunu anlatır. Aşırı engellenme ve doyum, aşırı sevgi ve nefret tümü de saplanma nedeni olarak öne sürülmektedir. Dolayısıyla, ‘oral saplanma’, ‘anal saplanma’, ‘baba saplanması’ vb.

Rycroft, C. (1989). Psikanaliz sözlüğü (M. S. Kayatekin, Çev.). Ara Yayıncılık.

Fiksasyon [fixation] kavramı, bir dürtünün, öznenin cinsel örgütlenmesinin ilkel bir evresinin işlevi olarak, düşünsel temsilcileriyle (nesneleriyle) kurduğu belirli bir bağlanma tarzını ifade eder. Bu bağlanma tarzı, ekonomik düzeyde, az ya da çok önemli miktarlardaki libidonun genel dolaşımdan çekilmesiyle karakterizedir. Dinamik düzeyde ise söz konusu dürtünün hareketliliğinin bulunmayışıyla belirlenir. Topografik düzeyde bu bağlanma, bilinçdışına kaydedilmiştir.

Freud’un çalışmalarında fiksasyon düşüncesi, kuramsal olarak dört başka kavramla ilişkilidir: travmatizm [traumatism], regresyon/gerileme [regression], bastırma [repression] ve yatkınlık [predisposition]. Bunlar, Freud’un fiksasyon kavramını geliştirme sürecindeki ardışık evreleri oluşturur.

Fiksasyon kavramı ilk kez, daha sonra yeniden karşımıza çıkacak bir bağlamda, Freud’un Histeri Üzerine Çalışmalar (1895d) dönemine denk düşen savunma psikonevrozlarına ilişkin ilk çalışmalarıyla bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır: “Travmatik nevrozlar [traumatic neurosis], kökenlerinde travmatik kazanın gerçekleştiği ana yönelik bir fiksasyonun bulunduğunu açık biçimde göstermektedir” (1916–17a, s. 274). Travmaya yönelik bu fiksasyon, hem nevrotik bozukluğu hem de hastanın travmatik olaylarda içerilen duygulanımı ustalıkla işleyememesini açıklar. Dolayısıyla fiksasyonun bu ilk versiyonu, ekonomik boyutun baskınlığıyla belirlenmiştir.

Fiksasyon kavramı daha sonra Üç Deneme’de (1905d) ortaya çıkmıştır: “Bir kısmi eğilimin daha erken bir evrede geride kalmasını fiksasyon olarak tanımlamayı öneriyoruz -yani dürtünün bir fiksasyonu. … Daha ileriye gitmiş olan bölümler de bu daha erken evrelerden birine geriye doğru kolaylıkla dönebilirler -biz bunu regresyon olarak adlandırıyoruz” (s. 340).

Freudçu infantil cinsellik anlayışında, cinsel işlev kademeli bir ritim izleyerek gelişir. Kısmi bir dürtü ya, serbestçe dolaşan enerjiyi ödipal genital yapıların egemenliği altında örgütleyebilme kapasitesine ulaşan bir gelişim çizgisini izler ya da yolun bir noktasında durarak, cinsel gelişimin daha erken bir evresine ya da ilkel bir doyum nesnesine fiksasyon yoluyla geride kalır. Klinik çalışmada, perversiyonlar [perversion], tıpkı nevrotik belirtiler gibi, geçmişten kalma libidinal kalıntıların kanıtı niteliğindedir.

Fiksasyon, üçüncü bir bağlamda Daniel Paul Schreber olgusu dolayımında ortaya çıkmıştır: “Söz konusu libidinal akım, daha sonraki ruhsal yapılar karşısında, bilinçdışı sistemine aitmiş gibi, bastırılmışmış gibi davranır” (1911c, s. 66). Freud’a göre, kısmi dürtülerin ruhsal temsilcileri bir fiksasyonun nesnesi hâline gelir ve bu fiksasyon daha sonra bastırma kapsamına girer. Benzer biçimde, semptom oluşumunda bastırılanın geri dönüşü, libidonun gerilemiş olduğu fiksasyon noktasına geri döner.

Son olarak, Freud’un öğretisinde fiksasyon kavramı, cinsel konstitüsyon [sexual constitution] kavramıyla ilişkilendirilir; zira bu kavram, libidonun farklı bileşenlerinin gelişimin erken evrelerinde nasıl kaydedildiğinin çeşitli biçimlerini bir araya getirir. Bu anlamda fiksasyon, nevrozların etiyolojisinde bir etken olarak yatkınlığı temsil eder.

Fiksasyon kavramı, psikanalitik düşüncenin diğer akımları içinde de, özellikle de çalışmaları bu kavrama özgün bir katkı sunan Pierre Marty’de karşımıza çıkar. Marty’ye göre fiksasyon–regresyon sistemi [fixation-regression system], her türlü işlevsel örgütlenmenin temelini oluşturur ve zihinsel işlevlerden somatik işlevlere uzanan bir etki alanına sahiptir. Herhangi bir psikosomatik bozukluk sürecinde, ister ruhsal ister somatik olsun, fiksasyonların varlığı, karşı-gelişimsel bir akımın [counter-developmental current] duraklama noktalarını oluşturur; psikosomatik bir yeniden örgütlenme bu noktalardan itibaren gerçekleşebilir. Bu bakış açısına göre fiksasyon–regresyon sistemi, her bireyin gelişimi boyunca sahip olduğu savunma kapasitelerinin bütününü temsil eder.

Kaynak:

Mijolla, A. de (Ed.). (2005). Fixation. İçinde International dictionary of psychoanalysis (s. 588). Detroit, MI: Macmillan Reference USA.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir