Aktarım Nevrozu Nedir?
Aktarım nevrozu (transference neurosis), ego ve üstbenlik bütünlüğü yeterince gelişmiş bazı hastalarda gözlenen, analitik sürece özgü bir olgudur. Bu durumda analizanın analiste ilişkin algısı, giderek daha belirgin biçimde, çocukluktan gelen çekirdek, örgütleyici bilinçdışı fantezi ve anı kompleksleriyle iç içe geçer. Bu kompleksler, ödipal çatışmanın izlerini, onun öncüllerini, latans dönemi ve ergenlikteki sonuçlarını taşır. Freud bu kavramı ilk kez 1914 yılında yayımladığı “Anımsama, Yineleme ve Derinlemesine Çalışma (Remembering, Repeating and Working Through)” başlıklı makalesinde ayrıntılı biçimde ele almıştır. Bu çalışmada Freud, analistin hastalığı etkin biçimde takip etmesi gerektiğini özellikle vurgulamıştır.
Üç yıl sonra Freud, bu kez hastalığın sinsi işleyişine dikkat çekmiş ve pozitif aktarımın analiste sağladığı gücü ayrıntılandırmıştır; bu güç, analistin hastanın semptomlarını libidodan “arındırmasını (divest)” mümkün kılmaktaydı. Haz İlkesinin Ötesinde (Beyond the Pleasure Principle, 1920a) adlı eserinde Freud, aktarım nevrozunda “çocukluk cinsel yaşamının -Ödipus kompleksinin ve onun türevlerinin- bir bölümünün yeniden yaşandığını” (s. 18) belirtmiştir. Başka bir deyişle, aktarım nevrozu artık bir çocukluk nevrozunun (infantile neurosis) yinelenmesi olarak görülmekteydi. Ne var ki Freud, tedavinin önündeki engellerle ilgilenmeye başladığında, bu kavram yazılarından yavaşça çekilmiştir.
Bu kavram, Freud’un yazılarında analiz edilebilirlik (analysability) ve tedavi (cure) kavramlarıyla birlikte ele alınır. Freud’a göre yalnızca aktarım nevrozu geliştiren hastalar analitik yöntemle tedavi edilebilir nitelikteydi. Freud, aktarım nevrozunu, aktarımın “oyun alanı (playground)” içinde genişleyen yapay bir semptomatik hastalık olarak tanımlamıştır; bu süreçte hastanın diğer semptomları ve dış yaşamındaki güçlükler ortadan kaybolur. Aktarım nevrozu, onun ifadesiyle, “hastalık ile gerçek yaşam arasında bir ara bölge (an intermediate region between illness and real life, 1914g, s. 154)” oluşturur. Dolayısıyla tedavi, bu yapay hastalığın yorum yoluyla ortadan kaldırılmasını, yani aktarım nevrozunun çözülmesini içerir.
Freud, 1926’dan sonra aktarım nevrozu terimini kullanmamıştır. Bu sessizlik, çağdaş analistlerin karakter patolojisine artan ilgisi ve bazı çevrelerde yapısal kurama (structural theory) daha fazla dayanılması, kavramın çevresinde karışıklık, belirsizlik ve tartışmalara yol açmıştır. Kimi yazarlarca yanlış biçimde tanım olarak öne sürülen belirgin ölçütler -örneğin, hastanın bilincinde analistle olan ilişkisine odaklanması ya da aktarım dışı tüm güçlüklerin ortadan kalkması- ya klinik verilerce desteklenmemiş, ya da başka geçerli itirazları gündeme getirmiştir. Bununla birlikte, aktarım nevrozunun modern tanımı, yalnızca iyileşmeye giden tek araç olma işlevinden kopmuş olsa da, psikanalitik klinik deneyimin özünü yakalamaya devam etmektedir. Daha geniş ve çağdaş tanım şu biçimdedir: Ego ve süperego bütünlüğü yeterince gelişmiş bazı hastalarda analitik süreç sırasında bir damıtım (distillation) meydana gelir; bu süreçte analizanın analiste ilişkin algısı, giderek daha belirgin biçimde, çocukluktan gelen çekirdek, örgütleyici bilinçdışı fantezi ve anı kompleksleriyle iç içe geçer. Bu kompleksler, Ödipal çatışmanın, onun öncüllerinin, latans döneminin ve ergenlikteki sonuçlarının izlerini taşır. Analitik çalışma, bu temel çatışmaların narsisistik biçimlerinin derinlemesine çalışılması (working through) yoluyla hazırlanan bir yakınlık kazanır; böylece hasta, analistle daha yüksek düzeyde bir libidinal ilişki deneyimleyebilir hale gelir. Hastanın analistle açılma, keşfetme ve birlikte çalışmaya yönelik özerk istekliliği de artar. Bu kristalleşen örgütlenmenin keşfi, analistin nesne temsiline ilişkin yaşantının, aynı temel fantezilerden aşamalı olarak ayrışmasıyla eşzamanlı biçimde gerçekleşir.
Kaynak:
Mijolla, A. de (Ed.). (2005). Transference neurosis. İçinde International dictionary of psychoanalysis (s. 1786). Detroit, MI: Macmillan Reference USA.
