Savunma Nedir?

Burada “Savunma nedir?” sorusuna iki farklı sözlüğün verdiği cevapları paylaşıyoruz.

Savunma – I

Savunma [defense], acı verici bir içsel durumu deneyimlemeye karşı korunmak amacıyla kullanılan bilinçdışı bir psikolojik manevradır. Her ne kadar herhangi bir düşüncenin, duygunun ya da davranışın savunma işlevi görebileceği genel olarak kabul edilse de, özgül ve yaygın olarak kullanılan bazı savunma mekanizmaları [defense mechanism] tanımlanabilir. Savunma işlemleri [defensive operation], çocukluk döneminde erken yaşlarda başlar ve yaşam döngüsü boyunca işlemeye devam eder. Bazı savunmalar, gelişimin belirli evreleriyle ilişkilidir. Savunma, hem normal zihinsel işleyişte hem de psikopatolojide önemli bir rol oynar. Bir bireyin istikrarlı savunma tarzı [defensive style], onun karakterinin [character] önemli bir özelliğidir. Katı [rigid] bir savunma tarzı, karakter patolojisine katkıda bulunur; belirli savunma manevraları, belirli karakter tipleriyle ilişkilidir. Savunmalar aynı zamanda semptom oluşumuna da katkıda bulunur ve yine, belirli savunmalar, belirli sendromlarla ilişkilendirilir. Savunma, ayrıca psikanalitik tedaviye direnç [resistance] olgusunda da rol oynar. Bu direncin sistematik biçimde yorumlanmasına ise savunma analizi [defense analysis] adı verilir. Çağdaş psikanalizin amaçlarından biri, hastanın daha az katı ve daha adaptif [adaptive] savunma stratejileri kullanmasına yardımcı olmaktır.

Savunma kavramı, psikanalitik kuram ve tedavinin temel taşlarından biridir. Bu kavram ilk olarak Freud’un yeni histeri kuramı bağlamında ortaya çıkmış olsa da, çok kısa sürede onun zihin kuramının genelinde merkezi bir yer edinmiştir. Savunma, Freud’un dinamik bilinçdışı [dynamic unconscious] kavramının merkezinde yer alır; burada, sürekli boşalma arayışında olan içgüdüsel dürtü türevleri [instinctual drive derivative], onların bilince çıkışını engelleyen karşı güçlerle, yani savunmalarla, karşı karşıya gelir. Her ne kadar ego psikolojisi [ego psychology] ve çatışma kuramı [conflict theory] ile yakından ilişkili olsa da, savunma kavramı, zihne ve psikanalitik tedaviye yönelik çoğu psikanalitik yaklaşım için büyük önem taşımaktadır.

Freud’un (1894c) savunma terimini ilk kez yayımlı olarak kullandığı metin, 1894 tarihli çalışmasıdır. Bu kullanım, onun savunma histerisi [defense hysteria] (ve tüm savunma nöropsikozları [neuropsychoses of defense]) kuramının bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Freud’a göre bu rahatsızlıkların nedeni, dejeneratif zihinsel zayıflık değil, egonun “uyumsuz bir düşünceyi [incompatible idea]” reddetmesidir. “Histeri Üzerine Çalışmalar [Studies on Hysteria]” adlı eserinde, Freud (Breuer ve Freud, 1893/1895), savunmanın histeri oluşumundaki rolünü ayrıntılı biçimde ele almış ve savunma terimini, o dönemde yeni kullanıma giren iki terim olan sansür [censorship] ve bastırma [repression] ile birbirinin yerine geçebilecek şekilde kullanmıştır. 1897’den sonra, Freud, egonun, katlanılamaz ya da yasaklanmış zihinsel içerikleri bilinçten uzaklaştırma yönteminden söz ederken, neredeyse yalnızca bastırma terimini kullanmaya başlamıştır. Savunma terimi, Freud’un çalışmalarında zaman zaman bastırmadan daha kapsayıcı bir kavramı ifade etmek üzere yer alsa da, Freud (1926a) bu iki kavramı ilk kez açık biçimde, ancak 1926 yılında, “Engellenmeler, Belirtiler ve Anksiyete [Inhibitions, Symptoms and Anxiety]” adlı eserinde birbirinden ayırmıştır. Bu çalışmasında Freud, bastırmayı, birçok farklı savunma türünden yalnızca biri olarak tanımlamıştır. Aynı metinde Freud, çağdaş çatışma kuramının [conflict theory] özünü de ortaya koymuştur; buna göre, ego, bir anksiyete sinyaline [anxiety signal] karşılık olarak, bir içgüdüsel talep ile ilişkili tehlike durumundan kaçınmaya hizmet eden savunma sürecini başlatır. Savunma harekete geçtiğinde, ortaya çıkan uzlaşma [compromise], bir semptom, bir engellenme [inhibition] ya da patolojik ve normal olmak üzere çok çeşitli karakter özellikleri biçimini alır. Savunmanın başarısız olması ise, anksiyetenin doğrudan ifadesine yol açar. Freud, histeride ve genel olarak zihinsel işleyişte savunmanın rolünü tanımlarken bile, farklı nevrotik hastalık türlerine özgü savunma biçimlerini ayırt etmeye çalışmıştır. Daha 1890’ların ortalarından itibaren, bastırmaya ek olarak, Freud histerik “dönüştürme”yi [conversion], obsesyonel “yerine koyma”yı [substitution] ve “yer değiştirme”yi [displacement], paranoid “yansıtma”yı [projection] tanımlamıştır (1894c). Daha sonra, “karşıt tepki geliştirme” [reaction formation] ve “yüceltme”yi [sublimation] (1905b); “yalıtma” [isolating] ve “olmamış kılma”yı [undoing] (1909c); “karşıtına döndürme” [reversal into its opposite] ve “dürtünün özneye yönelmesini [turning round upon the subject’s own self] (1915b); “yadsıma”yı [disavowal] (1923b), “bölme”yi [splitting] (1924c) ve “olumsuzlama”yı [negation] (1925a) açıklamıştır.

Savunmanın çeşitli yönleri, Freud sonrası psikanalitik kuramın gelişiminde merkezi bir rol oynamıştır. Özellikle A. Freud (1936), savunmayı psikanalitik kuram ve tekniğin odağı haline getirmiştir; egonun savunma yollarını ayrıntılandırarak, Freud’un ara sıra kullandığı savunma mekanizması [defense mechanism] terimini yaygınlaştırmıştır. A. Freud, şu on özgül savunma mekanizmasından oluşan, iyi bilinen bir liste önermiştir: bastırma, regresyon [regression], karşıt tepki geliştirme, yalıtma [isolation], geçersiz/olmamış kılma
yansıtma, içeatım [introjection], kendine döndürme, karşıtına döndürme ve yüceltme. Ayrıca fantezide, sözde ve eylemde inkâr [denial in fantasy, word and act], kaçış [flight], idealleştirme, çilecilik/asketizm [asceticism], entellektüelleştirme [intellectualization], özgecil özveri [altruistic surrender], etkini edilgene çevirme [turning active into passiv], kendiliğe yöneltme [turning against the self] ve saldırganla özdeşim kurma [identification with the aggressor] gibi savunma yollarını da tanımlamıştır.

Freud’un ölümünün ardından, W. Reich, bireyin savunma işlemlerinin nasıl “karakter zırhı [character armor]” biçiminde dışavurduğunu incelemiştir (W. Reich, 1933/1945). Nesne ilişkileri kuramını geliştirirken, Klein (1946), kendi görüşüne göre yaşamın ilk yılında ortaya çıkan ve ölüm dürtüsünden kaynaklanan kaygıya karşı yöneltilmiş olan ilkel savunmaları [primitive defenses] tanımlamıştır; bu savunmalar, içsel dünyanın [inner world] oluşumunda da rol oynar. Bu savunmaların en belirgin olanları bölme, ilkel idealleştirme [primitive idealization] ve yansıtmalı özdeşimdir [projective identification]. Bu savunmalar, paranoid-şizoid konum süresince belirgin biçimde görülür. Depresif konum sırasında suçluluk ve depresyona karşı geliştirilen savunmalar arasında ise, nesneden uzaklaşma [turning away from the object], depresif konuma geri dönüş [reversion to the depressive position], manik savunmalar [manic defenses] ve nihayetinde onarım [reparation] yer alır (Klein 1935, 1940). Kendilik psikolojisinin gelişimi sürecinde, Kohut (1971, 1977), kendilikteki birincil bir kusuru örtmeye hizmet eden savunma yapıları ile bu kusuru telafi etmeye çalışan telafi edici yapılar arasında bir ayrım yapmıştır. Ayrıca, karşılanmamış narsisistik ihtiyaçların yol açtığı utanç ve aşağılanma deneyimine karşı koruma sağlarken, aynı zamanda bu ihtiyaçları sahneleyen bir işlev gören, savunmaya yönelik dikey yarık [defensive vertical split] kavramını ortaya atmıştır. Hem Klein hem de Kohut, savunmayı tetikleme gücüne sahip anksiyete ya da duygulanım türlerinin sayısını artırarak bu alana katkıda bulunmuşlardır.

İnterpersonal psikanalizin gelişimi sürecinde, Sullivan (1953a), savunmalara kabaca denk düşen bir kavram olarak “güvenlik işlemleri [safety operations]” terimini ortaya atmıştır; bu işlemlerin temelinde ise “seçici ilgisizlik [selective inattention]” yer alır. Ne var ki, Sullivan, savunulan şeylerin intrapsişik [intrapsychic] olaylar değil, başkalarıyla kurulan ilişkilerin -çeşitli nedenlerle dikkate alınamayan- bazı yönleri olduğunu savunmuştur; bu nedenle söz konusu ilişki öğeleri biçimlendirilmemiş [unformulated] ya da dissosiye edilmiştir/ayrıştırılmıştır [dissociated]. Bu fikirleri geliştirerek D. B. Stern, dissosiyasyonu, yani deneyimin biçimlendirilmemiş bir durumda savunmacı ve güdülenmiş biçimde korunmasını, psikanalitik klinisyenin karşılaştığı en önemli güdülenmiş bilmeme [motivated not-knowing] biçimi olarak tanımlamıştır (D. B. Stern, 1997). Modell (1984) ise, savunma mekanizması tanımını yalnızca intrapsişik bağlamla sınırlı olmaktan çıkararak, “iki kişilik [two-person]” bir bağlama genişletmiştir. Kişilerarası ve ilişkisel psikanalistler, kişilerarası savunma [interpersonal defense] kavramını geliştirmeye devam etmişlerdir (Westerman ve Steen, 2009). Örneğin, mistifikasyon [mystification], bir başkasının gerçekliğin belirli bir yönünü düşünme ya da anlama kapasitesine müdahale etmeyi amaçlayan kişilerarası bir savunmadır; bu müdahale, gerçekliğin yerine sahte bir yapılandırma koyarak gerçekleşir (Laing, 1965; Levenson, 1972).

Diğer bakış açıları arasında, D. N. Stern’ün görüşleri bulunmaktadır; Stern’e göre, gelişim sürecinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan kişilerarası alandaki hataların onarımına yönelik yöntemler, savunmanın temelini oluşturur (D. N. Stern, 2005). Savunmayı mekanizma yerine anlam açısından değerlendiren Schafer (1968a) ise, tüm savunma işlemlerine gömülü olan anlatısal içeriğin [narrative content] önemini vurgulamıştır. C. Brenner (1982), savunma kavramının, ego işlevlerinin [ego functions] tamamen ayrı bir sınıfı olarak ele alınmasının faydasını sorgulamış; tüm savunmaların savunma dışı amaçlar için de kullanılabileceğini ve tüm zihinsel etkinlik ile davranış biçimlerinin savunma amaçlı kullanılabileceğini ileri sürmüştür. Brenner’ın aksine Gray (1994), “yakın süreç takibi [close process attention] olarak adlandırdığı bir teknik kuram önermiştir; bu kuram, neredeyse tamamen, tespit edilebilir olduğuna inandığı savunmaların analizine dayanır.

Birçok psikanalitik kuramcı, savunmaları sistematik biçimde sınıflandırmaya ve düzenlemeye çalışmıştır. Fenichel (1945), başarılı savunmalar [successful defenses] ile başarısız savunmalar [unsuccessful defenses] arasında ayrım yapmaya çalışmıştır. G. Bibring ve diğerleri (1961) ise savunmaları karmaşıklık derecesine göre sınıflandırmış; bu sınıflamada, “birinci düzey [first-order]” ya da indirgenemez mekanizmalardan, birden fazla savunma mekanizmasının birleşimini içeren “ikinci düzey [second-order]” savunmacı davranış örüntülerine doğru uzanan bir yelpaze oluşturmuştur. Erkekler üzerinde gerçekleştirilen bir boylamsal çalışmadan elde ettiği ampirik verileri kullanan Vaillant (1992a), savunma mekanizmalarını, adaptif işlevleri [adaptive function] ve gelişimsel düzeylerine göre gruplara ayırmıştır:

  • psikotik [psychotic] savunmalar (inkar [denial], yansıtma [projection]);
  • olgunlaşmamış [immature] savunmalar (fantezi [fantasy], yansıtma [projection], eyleme dökme [acting out]);
  • nevrotik [neurotic] savunmalar (entellektüelleştirme [intellectualization], yer değiştirme [displacement], bastırma [repression]);
  • olgun [mature] savunmalar (mizah [humor], özgecilik [altruism], yüceltme [sublimation]).

Bununla birlikte, Willick (1983) ve diğerleri, özellikle ilkel savunmalara atıfta bulunanlar başta olmak üzere, herhangi bir sınıflandırma sisteminin sakıncaları konusunda uyarıda bulunmuş; herkesin çeşitli bağlamlarda tüm savunmaları kullandığını savunmuştur. Tüm bu uyarılara rağmen, Blackman (2004), savunma mekanizmalarının sayısını rekor düzeydeki 101’e çıkararak genişletmiştir. [İlgili kitap için şuraya bakabilirsiniz.]

Savunma işlemleri, hem psikanaliz içerisinde hem de “baş etme mekanizması [coping mechanism]” kavramıyla savunmanın örtüştüğü bilişsel ve sosyal psikoloji alanlarında pek çok ampirik araştırmanın konusu olmuştur. Örneğin, araştırma amaçları doğrultusunda, belirli savunmaların kullanımını objektif olarak ölçebilen araçlar geliştirmek üzere çok sayıda çalışma yapılmıştır (Perry ve Lanni, 2008). Birçok araştırmacı da savunmaların çeşitli bağlamlarda nasıl işlediğini incelemiştir (Westen, 1999b). Örneğin, ampirik çalışmalar, savunmaların geniş çaplı kültürlerarası geçerliliğe sahip olabileceğini (Tori ve Bilmes, 2002), kadın ve erkek arasında farklılık gösterebileceğini (Bullitt ve Farber, 2002) ve başarılı bir tedavi sonucunda değişebileceğini (Roy ve diğerleri, 2009) ortaya koymaktadır. Cramer (2006) ise savunmaların gelişimi, işlevi ve değişimi üzerine ampirik bilgileri ve bunları değerlendirme yöntemlerini gözden geçirmiştir. Son olarak, bilişsel nörobilimciler savunmaların biyolojik temellerini anlamaya yönelik çalışmalar yürütmeye başlamıştır (Northoff ve Boeker, 2006).

Kaynak:

American Psychoanalytic Association. (2012). Psychoanalytic psychotherapy. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 253).

Savunma – II

“Savunma (defense)” terimi, egonun nevroza yol açma potansiyeline sahip çatışmalar karşısında kullandığı tüm teknikleri ifade eder. Freud’un bu terimi ilk kullandığı anlamda, savunmalar bilinçdışıdır; çünkü bir dürtü ile ego arasında ya da bir algı veya temsil (anı, fantezi vb.) ile ahlaki zorunluluklar arasında ortaya çıkan çatışmadan kaynaklanırlar. Savunmaların işlevi, anksiyete ve hoşnutsuzluktan kaçınarak psişik bir denge durumunu desteklemek ve sürdürmektir. Savunma kavramı, Freud’un gerçeklik ilkesine ve süperego’ya önemli bir rol atfetmesiyle birlikte bir ölçüde genişlemiştir. Melanie Klein ise, savunmaların ilkel bir egonun içinde var olduğu yönünde daha köklü bir görüş geliştirmiştir.

Freud, Wilhelm Fliess’e yazdığı 21 Mayıs 1894 tarihli mektubunda, nevrozlara ilişkin yorumunu ele alırken, ruhsal çatışma kavramıyla bağlantılı olarak savunma kavramını ortaya koymuştur: “Bastırılan şey her zaman cinselliktir” (1985c [1887–1904], p. 75). Anksiyetenin ortaya çıkışıyla ilgili olarak, cinsel gerilimin ruhsal olarak işlenmediğinde anksiyeteye dönüştüğünü ve böylece duygulanıma (affect) dönüştüğünü ileri sürdü. Freud, bu olguyu başka etkenlerin yanı sıra ruhsal cinselliğin (psychic sexuality) bastırılmasına, yani bir savunmaya, atfetmiştir. Freud, Fliess’e yazdığı 30 Mayıs 1896 tarihli mektubunda bastırmayı savunmayla ilişkilendirmiş ve şu vurguyu yapmıştır: “Yalnızca cinselliğin fazlalığı bastırmaya neden olmak için yeterli değildir; savunmanın iş birliği gereklidir” (s. 188).

Freud, “Savunmanın Nöropsikozları Üzerine Ek Görüşler (Further Remarks on the Neuro-psychoses of Defence)” (1896b) adlı çalışmasında, savunmayı dürtü ile bastırmanın bilinçli faili (agent) olan ego arasındaki çatışmadan kaynaklanan bir süreç olarak ele alarak analizini derinleştirmiştir. Freud, savunmayı nevrozların ruhsal mekanizmasındaki “çekirdek nokta (nuclear point)” (s. 162) olarak değerlendirmiştir. Semptomların nasıl ortaya çıktığına ilişkin olarak, bilinçdışı ruhsal savunma mekanizmasının bir temsilin (representation) ahlaki zorunluluklarla çatışmasından doğduğunu daha açık biçimde ayrıntılandırmıştır.

Freud, “Bastırma”da (Repression) (1915d) savunma mekanizmasının, “bilinçli ve bilinçdışı zihinsel etkinlik arasında keskin bir ayrım meydana gelmeden ortaya çıkamayacağını vurgulamıştır –bastırmanın özü, bir şeyi bilinçten uzaklaştırmak ve onu bilinçten belli bir mesafede tutmakta yatar” (s. 147).

Çok daha sonra (1926d), Freud, “savunma süreci (defensive process)” terimini otuz yıl boyunca terk ettikten ve onun yerine “bastırma (repression)” terimini koyduktan sonra (bu iki kavram arasındaki olası bağlantıyı açık biçimde açıklamadan) (s. 163), “eski savunma kavramını yeniden gündeme getirmek için yeterince geçerli nedenler bulunduğunu” gözlemlemiştir (s. 164). Aslında, Freud terimi hiçbir zaman tamamen terk etmemiştir; çünkü o, kastrasyonun inkârını (her ne kadar başlangıçta “inkâr (denial)” [Verleugnung] terimini kullanmasa da) çocukların cinsellik kuramlarıyla (1908c) ve küçük Hans vakasıyla (1909b) ilişkilendirmiştir. Freud, fetişizmle (1927e) bağlantılı olarak -çalışmalarında merkezi bir rol oynayan bir kavram- ve “olumsuzlama (negation)” (1925h) üzerine makalesinde inkârı daha açık biçimde ele almış; burada inkârı “bastırılmış olana yönelik bir tür entelektüel kabullenme, ancak aynı zamanda bastırmanın özünü oluşturan şeyin varlığını sürdürmesi” olarak tanımlamıştır (s. 236). Dolayısıyla, “bastırılmış bir imgenin ya da düşüncenin içeriği, olumsuzlanması koşuluyla bilince ulaşabilir” (s. 235). Freud ayrıca yüceltme (sublimation) kavramını da ele almıştır; bu kavram, “Leonardo da Vinci ve çocukluk anısı (Leonardo da Vinci and a memory of his childhood)”nda (1910c) zaten yer almakta olup, ego enerjisiyle bağlantılı olarak Ben ve İd’de (The Ego and the Id) (1923b) yeniden ortaya çıkmıştır. Freud, bu enerjinin “bir deseksüalizasyon-yüceltmenin bir türü (a desexualisation-a kind of sublimation)” içerdiğini belirtmiştir (s. 30).

Bu ayrımlar, İnhibisyonlar, Semptomlar ve Anksiyete’den (Inhibitions, Symptoms, and Anxiety) (1926d) önceye dayanmakta olup, Freud’un bu “eski savunma kavramı”na daha önemli bir işlev atfetmesinde ve bastırmanın rolünü sınırlamasında muhtemelen etkili olmuştur. Freud, savunmanın “benliğin, bir nevroza yol açabilecek çatışmalarda başvurduğu tüm teknikler için genel bir adlandırma haline getirilmesini; buna karşılık, araştırmalarımızın yönelimi sayesinde başlangıçta daha iyi tanıdığımız özel bir savunma yöntemi için ‘bastırma’ terimini korumayı” önermiştir (s. 163).

Babası’nın çalışmalarını ilerletme çabası içinde olan Anna Freud, yapısal kuramın üç failinin [id, ego, süperego] nasıl işlediğini ortaya koyacak bir kuram geliştirmeyi amaçladı. Özellikle, egonun dürtülerin saldırısı karşısında nasıl “kuşkulandığını” ve “karşı saldırıya geçerek id’in alanına girdiğini tanımladı. Amacı, kendi sınırlarını güvence altına alacak biçimde tasarlanmış uygun savunma önlemleri aracılığıyla içgüdüleri kalıcı olarak etkisiz hale getirmektir” (1936, s. 8). Böylece Anna Freud’un ruhsal işleyişe ilişkin açıklaması, egonun adaptif işlevlerine belirli bir güç atfetmektedir.

AnnaFreud’un çalışmaları, 1950’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan ego psikolojisi (ego-psychology) akımı tarafından sıkça alıntılanmıştır. Ego psikolojisi akımı içinde Heinz Hartmann, ego kuramını uyum (adaptation) sorunuyla bağlantılı olarak geliştirmiş ve bunu “çatışmadan bağımsız ego alanı (conflict-free ego sphere, 1958, s. 3)” ya da özerk ego (autonomous ego) kavramlarıyla tanımlamıştır. Bu akımda, genel olarak ruhsal işleyiş, savunma ve savunmanın dengesini arayışı açısından değerlendirilir.”

Benzer bir doğrultuda, René Spitz, ilk savunmayı ikinci düzenleyicinin (aylık sekiz aylık anksiyetesi (eight-month anxiety) ya da yabancı anksiyetesi (stranger anxiety)) ortaya çıkışında konumlandırarak, bu savunmaların başlangıçta “terimin dar anlamıyla savunmadan ziyade öncelikle uyuma hizmet ettiklerini” açıklamıştır (s. 164). Nesne sabitlendiğinde (established) ve düşünme süreci başladığında ise işlevleri değişir. Saldırgan ve libidinal dürtülerin birleşmesiyle birlikte, özellikle özdeşim gibi bazı savunma mekanizmaları “yetişkinlikte hizmet edecekleri işlevi kazanırlar” (s. 164).

Anna Freud ilk psikanalitik çalışmalarını yayımlarken, Melanie Klein, ruhsal aygıtın yapılarının çok daha erken dönemde işlev görmeye başladığını öne sürerek Freudcu ortodoksiden ayrılmış ve anksiyete ile ruhsal çatışmaya ruhsal işleyişte yeniden temel bir rol kazandıran bir bakış açısı ortaya koymuştur. Freud’un ikinci dürtü kuramından yararlanan Klein, ölüm dürtüsüne ve sevgi ile nefret (love and hatred) çatışmalara merkezi bir rol atfetmiştir. Böylece, yaşamın ilk aylarında -paranoid-şizoid konum (paranoid-schizoid position) sırasında- zaten var olduklarını düşündüğü erken savunma mekanizmalarına ilişkin görüşlerini geliştirmiştir.

Savunma kavramı, Freud’dan bu yana gelişip kullanıldığı biçimiyle, hem klinik psikolojide hem de psikanalizde bir ölçüde yaygınlaşmıştır. Bu bağlamlarda, kavram ya ruhsal gerçekliği reddeden görece bilinçli bir davranışı ifade eder (ki bu tanım, kavramı direnç kavramına daha yakın hale getirir) ya da uyum sağlama ve bir denge durumuna ulaşma çabasında anksiyeteden ve hoşnutsuzluktan kaçınmaya çalışan bir ruhsal itkidir. Bunun sonucunda, savunmanın ruhsal gelişim için gerekli bir mekanizma olarak işlevi çoğu zaman göz ardı edilmektedir.

Kaynak:

Mijolla, A. de (Ed.). (2005). Defense. İçinde International dictionary of psychoanalysis (s. 373). Detroit, MI: Macmillan Reference USA.

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir