Gelişim Nedir?

Gelişim [development], bir organizmanın büyüme süreçlerini ifade eder; biyolojik bilimler içinde yaygın ve özgül olmayan bir biçimde kullanılan bir terimdir. Gelişim, daha erken ya da daha az örgütlenmiş bir işlevin ya da yapının, daha yeni, daha örgütlenmiş, bütünleşmiş ya da karmaşık bir işlev ya da yapıya doğru hareketidir. Gelişim, genellikle yalnızca genetik taslağın açılımını ifade eden olgunlaşmadan [maturation] farklı olarak, çevrenin rolünü de içerir. Bununla birlikte, olgunlaşma süreçleri, işlevsel alanlar arasında gelişimsel yeniden örgütlenme ve yeni bütünleşmeler için zemini hazırlar. Zihinsel yaşama uygulanışı bakımından gelişim, zihinsel yapının ve örgütlenmenin yaşam boyu çevreyle etkileşim içinde inşa edildiği süreçtir.

Psikanalistler, Freud’dan başlayarak, gelişimi bireyin doğuştan sahip olduğu kapasitelerin, bakımverenlerle etkileşim içinde açığa çıktığı ve biçimlendiği, bilinçli ve bilinçdışı toplumsal değerler ile beklentilerden oluşan aile ortamı içinde gerçekleşen, kendiliğinden güdümlü, etkileşimsel ve biyopsikososyal bir süreç olarak tanımlarlar. Gelişimsel bir yaklaşım, klasik metapsikolojinin genetik bakış açısından (her ne kadar onun içinde kapsanmış olarak anlaşılsa da) farklıdır; çünkü yetişkin davranış ve duygularının çocukluktaki öncüllerini geriye doğru doğrusal bir biçimde aramaktan ziyade, ileriye doğru hareketi ve zihinsel dönüşüm sürecini ele alır. Gelişimsel [developmental] terimi, klinik çalışmada -özellikle çocuklarla çalışırken- betimleyici anlamda da, gelişimsel çatışma [developmental conflict], gelişimsel çizgiler [developmental lines], gelişimsel bozulma [developmental disturbance], gelişimsel nesne [developmental object] ve gelişimsel yardım [developmental help] gibi çeşitli kullanımlarla yer bulur.

Çocukluk gelişiminin zihinsel yaşam açısından taşıdığı önem ve “çocuk, insanın babasıdır” şeklindeki eski deyişin aydınlanmış biçimde benimsenmesi (Freud, 1913c), Freud’un en erken ve en etkili içgörüleri arasında yer alır. Onun ilk sistematik gelişim kuramı olan psikoseksüel evreler kuramı (1905b), sonraki psikanalitik ekoller için bir emsal oluşturmuş; bu ekollerin tümü, örtük ya da açık biçimde bir gelişim kuramı içermiştir.

Kuramsal okulların çoğu, zihnin hiyerarşik olarak düzenlenmiş, niteliksel açıdan yeni yapılanmalarının (fazlar, evreler ya da pozisyonlar) sıralı biçimde ortaya çıktığını kabul eder. Aynı zamanda, bu diziler boyunca hem geriye hem ileriye doğru hareketin ve bu dizilerdeki duraklamaların, fiksasyon ve regresyonun ilk fikirlerinin ima ettiği basit doğrusal süreçten çok daha karmaşık olduğunu da teslim ederler.

Psikanalitik kuramlar, hangi bileşenlerin vurgulandığına göre farklılık gösterir ve sıklıkla bu temel bileşenlerden birine diğerine kıyasla öncelik tanır (olgunlaşmaya karşı çevre, doğaya karşı yetiştirilme ya da bunun tersi). Daha yaygın olarak ise, her bir ana bileşenin belirli bir özelliğini ayrıcalıklı kılarlar; örneğin çevrenin belirli bir yönünü (erken anneyle uyumlanma gibi) ya da olgunlaşmanın özel bir niteliğini (ortaya çıkan dürtüler ya da bilişsel gelişim gibi). Bu tür seçici tercihler, çağdaş psikanalitik ekoller arasındaki farklılıkların güçlü bir kaynağını oluşturur. Ayrıca psikanaliz içindeki gelişim kuramları, gelişim araştırmaları ve gözlem verilerini ne ölçüde içerdiklerine göre de çeşitlilik gösterir. Psikanalitik gelişim kuramlarına örnek olarak Freud’un psikoseksüel evreleri, bağlanma kuramı, A. Freud’un gelişimsel çizgileri, Mahler’in ayrışma–bireyleşme kuramı, Erikson’un evreleri, Spitz’in ruhsal örgütleyicileri, Klein’ın konnumları, Kohut’un kendilik–kendiliknesnesi matrisleri ve kişilerarası/öznelerarası matrisin etkisi sayılabilir.

Freud’un (1888a) çocukluk yaşantısının önemini fark edişi, daha sistematik kuramsallaştırmalarından çok önce, histeri üzerine kaleme aldığı en erken klinik makalelerinde gözlemlenebilir. Çocukluk olaylarını yetişkin psikopatolojisinin merkezine yerleştirmesi, travmatogenezden içsel çatışmaya yönelen odak değişimine rağmen geçerliliğini korumuş; çocukluk etkilerinin önemi varlığını sürdürmüştür. Metapsikolojinin gelişimiyle birlikte genetik bakış açısı, psikanalitik kuramsallaştırmanın temel dayanaklarından biri olarak ortaya çıkmıştır. Saf biçimiyle bu bakış açısı, ruhsal determinizm ilkesinin (Rapaport ve Gill, 1959) rehberliğinde geriye doğru yapılan bir araştırmayı ifade etmekteydi. Gelişim, kendine özgü bir alan olarak ele alınmamış, genetik bakış açısının içine dâhil edilmiştir. Bununla birlikte Freud’un kendisi, gerçek çocukluk gelişimine ilişkin daha derin bir bilginin ve takdirin psikanalitik düşünceyi zenginleştireceği yönündeki kanaatini dile getirmiştir (1905b). Bu nedenle gözleme dayalı verilerle bütünleşmeyi teşvik etmiştir. Ampirik gözlem ve araştırmalarla kesişen gelişimsel yönelim, zihinsel büyüme sürecini ilerleyişi içinde inceleyerek, onu bir yöne ya da başka bir yöne sevk eden çok sayıda etkili etmenin kesişimini gözlemler; böylece öngörülebilirliğe ve her tür determinizme meydan okur.

Gelişim konusundaki tartışmalar, psikanalitik inceleme girişiminin temelini oluşturan soruları kapsar. Psikanalizin, günümüzde doğrusal olmayan ve bireyin üzerinde ve içinde işleyen çoklu sistemlerin geniş etkilerine açık olarak kavramsallaştırılan ileriye doğru hareketle ilgilenmesi gerekir mi (Abrams, 1977, 1983; Galatzer-Levy, 1995, 1997a, 1997b, 2004; Mayes, 1999, 2001; P. Tyson, 2002)? Birçok analist için, psikanalitik yönelimli olsalar bile gelişimsel gözlem ve araştırmalardan elde edilen ampirik verilerin psikanalitik kuramda yeri yoktur; çünkü bu veriler intrapsişik yaşama gönderimde bulunmaz (Green; akt. J. Sandler, Sandler ve Davies, 2000; Wolff, 1996). Buna karşılık bazıları, ampirik ve gözleme dayalı bulguların temkinli bir biçimde bütünleştirilmesinin, kökenleri psikanalitik yöntemlerle bilinemese bile, psikopatolojiye ilişkin güncel kavramsallaştırmalarımızı beslediğini düşünmektedir (Gilmore, 2002, 2008; P. Tyson, 2002; Auchincloss ve Vaughan, 2001).

Klinik çalışma bağlamında betimleyici olarak kullanıldığında “gelişimsel” kavramı şu anlamlara gelir: 1) çocuklarda tedavi endikasyonlarının ve tedavi etkililiğinin değerlendirilmesinin bir yönü -gelişimsel çizgiler; 2) bir psikopatoloji türü -gelişimsel bozulma; ve 3) ikincisinin yönetimine yönelik bir tedavi biçimi -gelişimsel yardım. Endikasyonların ve etkililiğin değerlendirilmesi, A. Freud’un (1970) çocuklukta terapötik iyileşmeyi, gelişimsel sürecin doğal seyrine yeniden dönebilmesinin özgürleştirilmesi olarak formüle etmesine dayanmaktadır. Buradaki çıkarım, çocukluktaki nevrotik süreçlerin ileriye dönük gelişimi sekteye uğrattığı ve normal gelişime dönüşün terapötik başarının göstergesi olduğudur. Bu bağlamda A. Freud, gelişimi; id, ego ve süperego bileşenlerini olduğu kadar uyumsal, dinamik ve genetik etkileri de yansıtan, öngörülebilir, birbirleriyle ilişkili ve iç içe geçmiş bir dizi ruhsal birim olarak betimleyen bir gelişim şeması olan gelişimsel çizgiler kavramını önermiştir (A. Freud, 1963). Örneğin “bağımlılıktan duygusal öz-yeterliliğe ve yetişkin nesne ilişkilerine” doğru ilerleme gibi bu çizgiler boyunca çocuğun hareketinin değerlendirilmesi, tedaviye rehberlik eden ve çocuğun ilerlemesini belgeleyen “Tanısal Profil”inin önemli bir bileşenidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir