Kendilik Psikolojisi Nedir?

Heinz Kohut tarafından ortaya konan kendilik psikolojisi (self psychology), bireyin gelişimine ve işlevselliğine, ayrıca kişiliğin merkezinde yer alan bir yapı -kendilik (self)- üzerine temellenen tedaviye ilişkin bir kuramdır. Kendilik, girişimin merkezi, izlenimlerin alıcısı ve tanınabilir bir aynılık duygusunun kaynağı olarak tanımlanır. Kendilik; kendiliknesneleri (self objects) bağlamında kurulmakta, korunmakta, onarılmakta ve dönüştürülmektedir. Kendiliknesneleri, kişinin kendiliğinin bir parçası olarak deneyimlediği ve kendilik için yaşamsal işlevler gören ötekiler (others) olarak tanımlanır. Sağlıklı bir kendilik, bütünlük ve süreklilik duyguları, enerji ve girişkenlik hissi, olgun bir kendini ortaya koyma ve gurur duygusu, ayrıca istikrarlı bir değerler ve hedefler kümesine yönelik coşku ile karakterizedir. Aynı zamanda, kendiliknesnesi duyarlılığından (selfobject responsiveness) yararlanabilme kapasitesiyle de tanımlanır. Bireyin kendiliği parçalanmışsa ya da bir kendilik bozukluğu varsa, bu duygular zayıflar veya görünmez hâle gelir. Kendilik psikolojisinin ayırt edici özellikleri şunlardır: 1) psikanaliz alanını tanımlamak ve bir gözlem biçimi olarak kullanmak için sürdürülen dolaylı/gıyabında içebakışın (vicarious introspection) (ya da empati) kullanımı, 2) kendiliğin ve analitik durumun yapılanmasında kendiliknesnesi işlevlerinin ve kendiliknesnesi aktarımının tanınması, 3) narsisistik kırılganlıkları olan hastaların anlaşılmasına ve tedavisine yönelik yaklaşımı, 4) utanç ve narsisistik öfkeye ilişkin bakış açıları.

Kendilik psikolojisindeki birçok gelişme, diğer psikanalistler tarafından önceden öngörülmüştü. Ferenczi (1913/1952), hastanın öznel deneyimini, empatinin merkezi rolünü, ebeveynin empatik olmayan tepkiselliğinin travmatik etkilerini ve hastanın bu travmayı aktarımda yineleme korkusunu vurgulamıştır. Ayrıca gelişim çizgileri kavramını ortaya atmış (libidinal evrelere ek olarak); bunu özellikle egonun ilk dönemdeki her şeye gücü yettiği duygusu ve gerçeklik duygusu bağlamında ele almıştır. Balint (1968), ebeveynin “birincil nesneyle ilişki (primary object relatedness)” eksikliğinin -ani anlayış, tanınma ve teselli yoksunluğunun- çocukta sıklıkla narsisizm biçiminde ortaya çıkan bir “temel bozukluk (basic fault)” yarattığını ileri sürmüştür. Balint, tedaviyi kesintiye uğramış gelişimin yeniden başlatılması, yani “yeni bir başlangıç (a new beginning)” olarak görmüş; bu süreçte hastanın, analitik durumda analistin oksijen ya da su gibi birincil bir maddeymişçesine var olmasına izin verilmesi gerektiğini savunmuştur. Fairbairn (1952, 1954) ise kişiliğin merkezî etkinliğini, gereksinim duyulanı sağlayacak bir nesne arayışı olarak görmüş; önemli düzeydeki engellenmelerin gelişimin duraklamasına yol açtığını belirtmiştir. Kadınlarda narsisistik nesne seçimi üzerine yaptığı tartışmada A. Reich (1953) de Kohut’un bazı fikirlerini önceden sezmiştir. Winnicott (1960a, 1960b, 1965, 1969), Kohut’un yaptığı gibi sistematik bir kuram inşa etmemiş olsa da, ikisinin çalışmaları arasında derin benzerlikler vardır. Kohut’un kendilik duygusunun (sense of self) gelişiminde kendiliknesnesi kavramını ayrıntılandırması, Winnicott’un öznel nesne, annenin yüzünün yansıtıcı işlevi, tutma ortamı (holding environment), sıradan adanmış anne, geçiş nesnesi, öznel her şeye gücü yetme, potansiyel alan, illüzyon ve sahte kendilik kavramlarıyla örtüşmektedir. Ayrıca Winnicott, hakiki/gerçek kendiliğin (true self) gelişiminde annenin, bebeğin her şeye gücü yetme duygusuna yanıt vermesinin önemini vurgulamıştır.

Kendilik psikolojisi, psikanaliz alanı üzerinde önemli bir etki yaratmış; psikanalistlerin zihnin yapısı, işleyişi ve gelişiminin temel yönlerini kavramsallaştırma biçimlerini hem etkilemiş hem de sorgulamıştır. Bu katkının merkezinde, kendiliknesnesi işlevleri ve kendiliknesnesi aktarımı kavramları yer alır. Bunun yanı sıra kendilik psikolojisi, kendilik, narsisizm, güdülenme, saldırganlık ve çeşitli psikopatoloji türleri üzerine düşüncelere de önemli katkılar sağlamıştır. Kendilik psikolojisi, gelişimsel psikanalizi etkilemiştir. Ayrıca analistlerin klinik durumu, analistin dinleme ve yorumlayıcı tutumunu, aktarımın anlaşılmasını ve yönetilmesini, terapötik etkinin kavramsallaştırılmasını düşünme biçimlerini de etkilemiştir. Son olarak, kendilik psikolojisi, içe bakış ve empatinin psikanaliz alanını tanımladığını ileri sürerek psikanalitik epistemolojinin doğasına ilişkin tartışmalara katkıda bulunmuştur.

Kohut, ilk önemli makalesi “İçe Bakış, Empati ve Psikanaliz”de (1959), Freud, Hartmann ve diğerlerinin benimsediği daha “nesnel” yaklaşımdan farklı olarak, öznelcilik temeline dayanan bir psikanalitik epistemoloji ortaya koymuştur. Kohut, empatik–içebakışsal gözlem biçimlerinin psikanaliz alanını tanımladığını ve klinik durumda başlıca gözlemsel araçlar olduğunu savunmuştur.

Kohut, bir sonraki önemli makalesi “Narsisizmin Biçimleri ve Dönüşümleri”nde (1966), narsisizmin -Freud ve Hartmann’a uygun biçimde hâlâ kendiliğin libidinal yatırımı olarak tanımlansa da- kişilikte kendi gelişim çizgisine sahip bir itici güç olduğunu ileri sürmüştür. Narsisizmin gelişimi nesne sevgisine doğru ilerlemez; bunun yerine yaratıcılık, mizah, bilgelik ve empati gibi ilkel biçimlerden olgun biçimlere dönüşme potansiyeline sahiptir. Kohut, Freud’un narsisizm üzerine makalesine (1914e) dayanarak, narsisistik gelişimin bebeğin mutluluk dolu durumundaki kaçınılmaz kesintiler tarafından harekete geçirildiğini ve mükemmelliğin yeni sistemlerini kurmaya yönelik iki yönde ilerlediğini öne sürmüştür. Bu yönlerden biri, daha sonra büyüklenmeci kendilik (grandiose self) olarak adlandırdığı narsisistik kendiliğin gelişimidir; burada haz verici ve mükemmel olan her şey kendiliğin bir parçası olarak, kusurlu ya da kötü olan her şey ise kendiliğin dışındaki bir şey olarak yaşantılanır (Freud’un [1915b] “arınmış haz egosu”na (purified pleasure ego) benzer biçimde). İkinci yön ise idealize edilmiş ebeveyn imagosunun (idealized parent imago) gelişimidir. Freud ve Ferenczi’yi izleyerek Kohut, bebeğin başlangıçtaki mükemmellik ve her şeye gücü yetme duygusunun, ilkel bir “sen” olarak yetişkin bakımverene yansıtıldığını ileri sürmüştür. Narsisizmin gelişim çizgisi içinde bu iki dal kendi yollarını izler. Ebeveynin mükemmelliğine ilişkin travmatik olmayan hayal kırıklıkları, ebeveynin her şeyi bilme niteliğinin küçük bir kısmının içselleştirilmesine yol açar ve bu da ego idealinin (ego ideal) yapılanmasını sağlar. Kademeli hayal kırıklıkları ise narsisistik kendiliğin teşhircilik ve büyüklenmeci fantezilerinin gerçekçi ve amaç yönelimli bir biçiminde bütünleşmesini sağlar.

Kohut, ilk kitabı Kendiliğin Çözümlenmesi‘nde (1971), Ödipal patoloji ve tekniğe ilişkin geleneksel görüşlerin yeterli olduğu aktarım nevrozlu hastalar ile narsisistik aktarımı olan ve narsisizm üzerine yeni anlayışların gerekli olduğu hastaları birbirinden ayırmıştır. Narsisizmi, egonun libidinal yatırımı olarak değil, nesne ilişkilerinin niteliğiyle ya da bireyin bir nesneyi kendiliğinin bir parçası olarak deneyimleme biçimiyle -yani bu nesnenin yaşamsal psikolojik işlevleri yerine getirmesiyle- tanımlamıştır. Kohut, bu şekilde kullanılan nesneleri kendiliknesneleri olarak adlandırmıştır. Kendilik nesnesi yaşantıları, narsisistik aktarımın çekirdeğini oluşturur. Kendilik nesnesi gereksinimlerinin optimal düzeyde hayal kırıklığına uğraması, içselleştirmeye ve yapı inşasına yol açar; Kohut bu süreci dönüştürerek içselleştirme (transmuting internalization) olarak adlandırmıştır. Kohut, iki tür narsisistik aktarım tanımlamıştır: aynalayıcı (mirror) aktarım -ki bunu birleşme, özdeş-ego ya da ikizlik ve asıl yansıtma olarak alt türlere ayırmıştır- ve idealize edici (idealizing) aktarım.

Kohut, 1971 tarihli kitabında narsisistik idealizasyonları, nesnenin ayrı bir birey olarak yaşantılandığı Ödipal nesne idealizasyonlarından da ayırmıştır. İdealize edilmiş ebeveyn imagosundaki bozulmalar, gerilim düzenlemesinde eksikliklere; işlevleri yeterince değer görmediği için süperegoda zayıflıklara; ya da narsisistik gereksinimlerin cinselleştirilmesine yol açar. Büyüklenmeci kendiliğin teşhirci talepleri bastırılabilir (yatay yarık (horizontal split)) ya da bütünleşmiş farkındalıktan ayrılabilir (dikey yarılma (vertical split)). Kohut, kendilik nesnesi tepkiselliğindeki bir yetersizliğe karşı kırılgan bir kendiliğin tepkisini parçalanma (fragmentation) olarak adlandırmış; bunun semptomatik dışavurumlarını ise dağılma ürünleri (ya da bazen çözülme ürünleri) olarak tanımlamıştır.

Kohut, “Narsisizm ve Narsisistik Öfke Üzerine Düşünceler”de (1972) saldırganlık kavramına ilişkin görüşünü ortaya koymuş; saldırganlığı bir dürtünün dışavurumu olarak değil, kendiliğe yönelik algılanan bir tehdidin sonucu olarak kavramsallaştırmıştır. İntikam ve adalet arzusuyla karakterize edilen narsisistik öfke, yıkıcı saldırganlığın prototipidir. Narsisistik öfke, önemsiz bir kızgınlıktan fanatik bir öfkeye kadar uzanan bir yelpazede görülür. Bu öfke, utanç, aşağılanma ve hayal kırıklığı tarafından tetiklenir ve onlara eşlik eder. Büyüklenmeci kendiliğin her şeye gücü yetme ısrarı ile idealize edilmiş kendiliknesnesinin mükemmelliğine duyulan inanç, yıkıcı saldırganlığın temelinde yatar. Kohut, narsisistik öfkenin rekabet ve kendini ortaya koyma gibi diğer saldırganlık biçimleriyle aynı süreklilik üzerinde yer almadığını; bu tür saldırganlıkların, kendiliğin birincil yönelimleri olduğunu ileri sürmüştür.

Kendiliğin Yeniden Yapılanması’nın yayımlanmasıyla birlikte (1977), Kohut, klasik psikanalitik kuramı tamamlayacak ayrı bir psikanalitik kendilik psikolojisinin neden gerekli olduğunu açıkladı. Kendiliği yeni bir yapısal model olarak ayrıntılandırırken, kendilik psikolojisi kuramsal ve klinik kapsamını narsisistik kişiliklerin anlaşılması ve tedavisinin ötesine genişleterek, “kendilik bozuklukları”ndan (disorders of the self) mustarip tüm bireyleri de kapsar hâle getirdi. Kohut, gelişim kuramını dürtülere değil, kendiliknesnesi matrisindeki kendiliğin yönelimlerine dayandırmıştır. Hartmann’dan nihai bir kopuş olarak, kendiliği egonun içinde bir temsil olarak değil, zihinsel aygıtın üstünde yer alan bir yapı olarak görmüştür. Narsisistik aktarım (narcissistic transference) teriminin yerine kendiliknesnesi aktarımı (selfobject transference) terimini getirmiştir. Ayrıca savunma yapılarının (defensive structures) karşıtı olarak telafi edici yapılar (compensatory structures) kavramını da ortaya koymuştur. Telafi edici yapılar, kendiliğin diğer alanlarındaki kusurları telafi ederek, kendiliğin bir yönünü ya da kutbunu -örneğin yansıtılan hırsları, ikizlik duygularını veya yönlendirici idealler- yeniden canlandırmaya hizmet eder. Bu yapılar, hastanın direncinin bir parçası değildir. Buna karşılık, savunma yapıları kendilikteki kusurları gizlemeye yarar ve sağlıklı gelişimi engeller; bu nedenle dirence katkıda bulunurlar. Kohut, yeni tanımladığı çift kutuplu kendiliğin Freud’un zihnin üçlü modeliyle tam olarak bütünleştirilemeyeceğini öne sürmüş, ancak iki kuramın yan yana kullanılabileceğini belirtmiştir. Bununla birlikte, kendilik psikolojisi büyük ölçüde bağımsız olarak gelişmiştir.

Aynı zamanda Kohut’un yeni kendilik psikolojisi, psikopatolojinin gelişiminde Ödipus kompleksine daha az belirgin bir rol atfetmiştir. Freud’dan farkını göstermek için, Freud’un “suçlu insan (guilty man)” figürüyle kendi tanımladığı “trajik insan (tragic man)” figürünü karşılaştıran bir metafor öne sürmüştür. Kohut’a göre, suçlu insan, haz ilkesinin yönlendirmesiyle ensest arzularının doyumunu arar, ancak sonunda hadım edilme anksiyetesi ve suçluluk ile damgalanan içsel çatışmaların ortaya çıkışıyla yenilgiye uğrar. Buna karşılık trajik insan, kendiliğin eylem programını gerçekleştirmeye çalışır, fakat gerçekleşmemiş hırsları ve hedefleri ile kaçınılmaz biçimde yetersiz kalan yetenek ve becerileri arasındaki gerilim nedeniyle hayal kırıklığına uğrar. Trajik insan; parçalanma, tükenme, kusurluluk, utanç ve öfke korkularıyla mücadele eder.

Kohut, son kitabı Analiz Nasıl İyileştirir?’de (1984), empatinin tedavi sürecinde başlı başına dönüştürücü ve iyileştirici bir rolü olup olmadığını daha ayrıntılı biçimde ele almıştır. Sonuçta, empatinin ne bir terapötik teknik ne de iyileştirmenin etkin etmeni olduğunu, fakat bir veri toplama yöntemi olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte, bu verilerin hastaya aktarılması ve yorumlanması, empatiyi kaçınılmaz olarak analist ile hasta arasındaki ilişkiyi değiştiren bir unsur hâline getirir ve dolayısıyla psikolojik değişim için gerekli kılar. Kohut ayrıca, yorumlama süreci kavramını daha da geliştirmiştir; bu süreç, empatik anlamayı ve ardından anlaşılanın açıklanmasını içerir. Analistin empatisinin terapötik sonucu, hastanın savunma gereksiniminin azalması ve buna eşlik eden içe bakış kapasitesinin genişlemesidir; bu da bastırılmış duygulanımların ve anıların ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Kendiliknesnesi aktarımının harekete geçmesine karşı savunmaların çalışılarak aşılması, analizin erken dönemini karakterize eder. Terapötik etkinin merkezinde, kendiliknesnesi aktarımındaki kopma anlarının incelenmesi ve bunların onarımı için gerekli olanın ortak biçimde anlaşılması yer alır. Son olarak, Kohut son kitabında ikizlik (twinship) kendiliknesnesi işlevi/aktarımını (twinship selfobject function/transference), aynalamadan (mirroring) ayırmıştır. Bu değişiklikle birlikte, çift kutuplu kendilik (bipolar self) yapısal modelini üç kutuplu (tripolar self) kendilik modeline dönüştürmüştür.

Kohut’un ölümünden sonra kendilik psikolojisi üç yönde gelişmiştir; bunlar bazen geleneksel (traditional), öznelerarasılık (intersubjective) ve ilişkisel (relational) yönelimler olarak adlandırılır. P. Ornstein (1990, 1993) ile P. Ornstein ve A. Ornstein (1980, 1985), empati, kendiliknesnesi aktarımı ve narsisistik öfkenin, yorumlama süreci ve terapötik etki içindeki rolünü açıklığa kavuşturmuşlardır. A. Ornstein (1991), hastanın travmatik kendiliknesnesi hayal kırıklıklarını yineleme korkusunu ve tedavide yeni bir başlangıç umudunu incelemiştir. Goldberg (1995, 1999) ise dikey yarılma kavramını sapkınlık ve narsisistik davranış bozukluklarının incelenmesine, ayrıca aşırı yeme, karşı cinsin kıyafetlerini giyme ve sadakatsizlik gibi, bilince açık yaşantıdan gizlice ayrılmış davranışların analizine uygulamıştır.

Stolorow, Atwood, Orange (Atwood ve Stolorow, 1984; Stolorow ve Atwood, 1996; Stolorow, Atwood ve Orange, 1999; Orange, Atwood ve Stolorow, 1997) ve diğerleri, kendilik psikolojisini daha genel bir öznelerarasılık anlayışı içine dâhil etmişlerdir. Kendiliknesnesini, bir nesnenin deneyimindeki temel bir boyut olarak görmüşler, ancak bu nesnenin öznelliğinin, etkileşimleri bağlamsallaştıran öznelerarası bir alan (intersubjective field) yarattığını ve tüm ilişkilerin doğası gereği karşılıklılık taşıdığını vurgulamışlardır. Duygulanımın ayrımlaşması, bütünleşmesi, düzenlenmesi ve ifade edilmesiyle ilgili ek kendiliknesnesi işlevleri tanıtmışlardır. Kendilik psikolojisinin “tek-kişilik” empatik immersiyon (empathic immersion) anlayışına eleştirel yaklaşarak, analistin psikanalitik sürece katılımını ve bu süreç üzerindeki etkisini yansıtmak amacıyla empatik araştırma (empathic inquiry) terimini tercih etmişlerdir.

Gelişimsel psikanaliz alanında Lichtenberg (1989), kendiliğin gelişiminde beş güdüsel/motivasyonel sistem (motivational system) tanımlamıştır. Bunlar şunlardır:

  1. Bedensel gereksinimlerin ruhsal olarak düzenlenmesi gereksinimi,
  2. Bağlanma ve ilişki kurma gereksinimi,
  3. Keşfetme ve kendini ortaya koyma gereksinimi,
  4. Kaçınma ve olumsuz tepki verme eğilimi,
  5. Duyusal ve cinsel gereksinimler.

Kendilik psikolojisi ile ilişkisel bir bakış açısını benimseyen birçok analist arasında da karşılıklı bir etkileşim olmuştur. Örneğin, “özgüllük kuramı”nda (specificity theory) ötekinin kendiliknesnesi olarak rolü vurgulanır; bu kuram, her analistin belirli bir hasta için teknik ve kuramın ötesine geçen biçimde benzersiz bir katkı sunduğunu öne sürer (Bacal ve Herzog, 2003). Bacal (1998) ve bazı diğer analistler kendilerini “ilişkisel kendilik psikologları (relational self psychologists)” olarak tanımlarlar; çünkü odak noktaları, ilişkinin kendisinden ziyade öznel ilişkinin bağlamıdır. Bacal (1985) ve Stolorow (1986), gelişim ve tedavide “optimal hayal kırıklığı (optimal frustration)” kavramının rolünü sorgulamış; bunun yerine, “optimal tepkisellik (optimal responsiveness)” kavramının, kendiliğin gereksinim duyduğu şeyi daha doğru biçimde tanımladığını ileri sürmüşlerdir.

Kendilik psikolojisi, birçok tartışma ve eleştiriyle karşılaşmıştır. Bu eleştiriler arasında şunlar yer alır:

  1. Direncin, gelişimsel olarak duraklamış meşru gereksinimlerin bir dışavurumu olduğu görüşü;
  2. Psikopatolojinin çatışmadan değil, durdurulmuş gelişimden kaynaklandığı görüşü;
  3. Kohut’un narsisistik bozukluklar kavramını genel olarak nevrotik bozuklukları da kapsayacak biçimde homojen şekilde genişletmesi;
  4. Kendilik nesnesi ilişkilerine karşın nesne ilişkilerinin kuramsal olarak yetersiz ele alınması;
  5. İdealizasyonun, kıskançlık ve düşmanlığa karşı bir savunma değil, bir gelişimsel gereksinim olarak görülmesi;
  6. Saldırganlığın, ikincil bir olgu olarak kavramsallaştırılarak geri planda bırakılması endişesi;
  7. Kendiliğin gelişimine odaklanmanın, bilinçdışı ve bilinçdışı fantezilerin keşfi pahasına ön plana çıkarılması;
  8. Patolojik ebeveynlik etkilerine, bebeğin doğal yapısal donanımının etkilerine kıyasla aşırı vurgu yapılması.

Bunlara ek olarak, kendilik psikolojisi “kendilik” kavramını şeyleştirme (reification) ve kendiliği çok boyutlu bir yapı yerine çift kutuplu ya da üç kutuplu dar bir modelle tanımlamakla da eleştirilmiştir.

Kaynak:

American Psychoanalytic Association. (2012). Self psychology. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 235).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir