Zihinselleştirme (Mentalizasyon) Nedir?

Zihinselleştirme (mentalization) ya da düşünümsel işlev (reflective function), başkalarının davranışlarını inançlar, arzular, duygular ve anılar gibi zihinsel durumlar temelinde anlayabilme yetisidir; kişinin kendi zihinsel durumları üzerine düşünebilme kapasitesidir; ve kendi zihin hâllerinin başkalarının davranışlarını etkileyebileceğini anlayabilme becerisidir. Davranışı, hem kendi hem de başkalarının davranışlarını, altta yatan zihinsel durumlar ve niyetler temelinde anlayabilme veya tanımlayabilme kapasitesi, duygusal düzenleme ve üretken sosyal ilişkiler için temel olan doğuştan gelen insani bir yetidir. Yaklaşık dört yaş civarında çocuk, duyguların ve düşüncelerin kendisinin ve başkalarının neden belirli biçimlerde davrandıklarını açıklayan aracılık eden değişkenler olduğunu, ayrıca bu duyguların ve düşüncelerin insanların birbirlerine nasıl davrandıklarından da etkilendiğini fark etmeye başlar. Özünde, önemli bir gelişimsel kazanım, çocuğun zihnin var olduğunu -zihinsel işlevler ve içeriklerden oluşan, dünyadaki deneyimlerden (çoğunlukla kişilerarası etkileşimlerden) etkilenen ve onları etkileyen bir yapı olduğunu- fark etmesidir. Zihinselleştirme, bir başkasının öznel deneyimini anlama, hissetme, ona katılma ve paylaşma kapasitesi anlamına gelen daha geniş bir yeti olan öznelerarasılığın (intersubjectivity) belirli bir yönü olarak kabul edilir.

Zihinselleştirme, çağdaş psikanaliz içinde önemli bir konuma ulaşmıştır ve bağlanma kuramcıları, gelişimsel psikanalistler ve klasik kuramcılar gibi bir dizi ayrı düşünce ekolünden eşzamanlı olarak ortaya çıkmıştır. Dört ila altı yaş arası çocukta görülen önemli bir gelişimsel kazanım, güvenli bağlanmanın ve/veya bağlanma bozukluğunun çözülmesinin bir göstergesi, zihinsel yaşamın merkezi bir yönü ve başarılı bir tedavinin sonucu olarak değerlendirilir. Zihinselleştirme için gerekli olan yetiler, psikanalitik söylem içinde uzun zamandır tanınmaktadır. Bunlar arasında kendiliğin (self) ötekinden ayrımını da içeren çeşitli ego işlevlerinin (ego functions) kazanımı; özdüşünüm (self reflection) kapasitesine aracılık eden zihinsel işlev olan gözlemleyen ego (observing ego); bir başkasının psikolojik durumunu dolaylı biçimde deneyimleyerek algılama biçimi olan empati; ve içselleştirme süreçleri yoluyla başkalarının gereksinimlerini ve güdülerini tanıma ve bunlara karşılık verme kapasitesini mümkün kılan olgun nesne ilişkileri yer alır. Bununla birlikte, bu çoklu yetilerin kazanımının özgül bir gelişimsel başarıyı temsil ettiğinin kabulü, kendiliği bir güdüsel etki alanı olarak giderek daha fazla takdir etmenin bir yansımasıdır.

Zihinselleştirme terimi ilk kez 1883 yılında bir tıp dergisinde “zihinsel etkinlik (mental activity)” olarak tanımlanarak kullanılmıştır (Oxford English Dictionary, 2009). 1960’lar ve 1970’lere gelindiğinde ise “mentalize etme (mentalizing)” kavramı, farkındalıklı ya da meditasyon hâlindeki gibi, kişinin kendi zihni üzerine düşünmesini de içeren ek bir anlam kazanmıştır. Fonagy ve meslektaşları (Fonagy ve Target, 1996b; Target ve Fonagy, 1996; Fonagy ve diğerleri, 2002) bu terimi psikanalitik bağlamda kullanan ilk araştırmacılar arasında yer almıştır. Fonagy ve Target’ın çalışmaları, çocukların gelişmekte olan zihin kuramı (children’s beliren theory of mind) olarak bilinen bir gelişimsel araştırma alanıyla kesişmiştir; bu alan, zihinselleştirme kapasitesinin gelişimini ve zihinselleştirmeyi gerektiren çeşitli gelişimsel başarıları belgelemeye başlamıştır (Premack ve Woodruff, 1978). Bu başarılar arasında başkasının bakış açısını alabilme, fanteziyi gerçeklikten ayırt edebilme ve fantezi oyununa katılabilme yetileri yer almaktadır (Leslie, 1987; Lillard, 1993; Fonagy ve Target, 1996a). Mayes ve Cohen (1996), psikanalitik gelişim kuramları ile zihin kuramı gelişim araştırmalarının karşılıklı olarak nasıl birbirini zenginleştirdiğini açıklamada önemli bir rol oynamışlardır; çünkü zihin kuramı bilişsel yetilerin kazanımına odaklanırken, psikanalitik gelişim kuramı içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin ve fantezi ile oyun kapasitesinin kazanımına odaklanmıştır (Mayes ve Cohen, 1992). Zihinselleştirme terimi, analitik literatürde daha yaygın kullanılan terim hâline gelmiştir.

Mayes ve Cohen (1996), zihinselleştirme için gerekli olan -aynı zamanda hayali ya da sembolik oyun için de gereken- üç bilişsel yetinin çocuğun gelişiminde yavaş yavaş kazanıldığını ve bu yetilerin dört ila altı yaş arasında tam olarak ortaya çıktığını belirtmişlerdir. Bu yetiler şunlardır: (1) bir nesneyi ya da kişiyi temsili amaçlarla kullanabilme becerisi; (2) bir nesnenin ya da kişinin farklı temsillerle bağlantılı olabileceğini fark etme; (3) bir kişinin kendi gereksinimleri, algıları ve inançları tarafından içsel olarak güdülendiğini kavrama. Bu tür yetilerin varlığı, çocuğun kendi bakış açısından farklı bir bakış açısına sahip bir kişinin bir durumu nasıl anladığını tanıyabilme becerisini ölçen, yanlış inanç (false-belief) durumunun çeşitli biçimlerini kullanan çok sayıda ampirik çalışmadan elde edilmiştir. Çocuk analizlerinden elde edilen klinik verilerden yola çıkan Fonagy ve Target (1996a) da, genç çocuğun ayrı ayrı deneyimlediği iki ruhsal gerçeklik modunun (modes of psychic reality) -“psişik eşdeğer (psychic equivalent)” ve “mış gibi (pretend)” modlarının— bütünleşmesine dayanan, Ödipal evredeki reflektif bir zihinsel işlev modunun kazanımını benzer biçimde tanımlamışlardır. “Ruhsal eşdeğer” modunda çocuk, içsel ve dışsal gerçekliği bir tutar/aynı kefeye koyar; “mış gibi” modunda ise düşünce ve duygularını gerçeklik deneyiminden ayrı tutabilme becerisine sahiptir.

Bu çalışmalar ayrıca, çocuğun zihinselleştirme kapasitesi kazanımının bir boşlukta gerçekleşmediğini göstermektedir. Zihinselleştirme yetileri, çocuğun önemli nesneleriyle olan erken dönem ilişkisini tanımlayan bağlanma kuramı ve diğer modellerle ilişkilendirilmiştir. Çocuklar, başkalarının onlar adına zihinsel durumlar ile davranışlar arasındaki bağı yansıtarak (reflect) ve kurarak sağladıkları kolaylaştırıcı etki yoluyla bu bağlantıyı öğrenirler. Örneğin, ağlayan bir küçük çocuğu “büyükannesini ne kadar özlemiş olmalı” diyerek teselli eden bir ebeveyn, gözlemlenebilir bir davranış (ağlama) ile içsel bir durum (yalnızlık) arasında bir bağ kurmuş olur. Benzer biçimde, zihinselleştirmenin gelişimsel ilerlemesi duygusal yoksunluk, zorlanma ya da şok travması ya da içsel çatışma tarafından kesintiye uğrayabilir. Fonagy, Steele ve diğerleri (1993), dış stresörlerin -özellikle istismar ya da ihmalden kaynaklanan erken bağlanma bozulmalarının- bu zihinsel sürecin yetersiz biçimde gelişmesine ya da onun kullanımına ilişkin bir çatışmaya yol açabileceğini göstermiştir. Güvenli bağlanmış bireyler genellikle gelişmiş zihinselleştirme yetilerine sahip birincil bir bakımverenle büyümüşlerdir ve bu nedenle hem kendi zihin durumlarını hem de başkalarının zihin durumlarını temsil etme kapasitesine daha yüksek düzeyde sahiptirler. Ciddi psikopatolojilerde zihinselleştirme kapasitesinin derin bir biçimde baskılanması ya da hatta yokluğu, içsel gelişim ve uyum açısından taşıdığı önem nedeniyle geniş kapsamlı gelişimsel bozulmalarla ilişkilidir. Olgun bir zihinselleştirme kapasitesinin gelişmemesi, çocuk ya da yetişkin hastayı yetersiz biçimde oluşmuş temsillerin hâkim olduğu bir dünyada bırakır; bu da benlik-nesne ayrımını, ayrılma-bireyleşmeyi, gerçeklik sınamasını, ikincil süreç düşüncesini, duygulanım düzenlemesini, empatiyi ve sosyal etkileşimin derinlemesine anlaşılmasını zedeler.

Bazı psikanalistler, olgun zihinselleştirme süreçlerinin geliştirilmesini hem çocuk hem de yetişkin psikanalitik tedavisinin önemli bir amacı ve terapötik etkinin kaynağı olarak görmektedir. Çocuk tedavisi bağlamında zihinselleştirme, bazen çocuğun dünyasının geri kalanında meydana gelen gelişimsel süreçten ayırt etmek amacıyla “içgörülülük (insightfulness)” olarak adlandırılmaktadır (Sugarman, 2003, 2006). Bazı psikanalistler ise, esas olarak zihinselleştirmeyi geliştirmeye yönelik tedaviyi, psikanalizin kendisinden ayrı bir süreç olarak görürler; psikanalizi, hastanın reddedilmiş zihinsel içeriklerini yeniden sahiplenmesine yardımcı olmayı amaçlayan bir terapi olarak tanımlarlar (Bleiberg, 2003; Bateman ve Fonagy, 2004, 2006). Buna karşılık, diğer bazıları (Lecours ve Bouchard, 1997; Sugarman, 2003, 2006) bu ayrımı hatalı bulurlar ve tüm hastaların, kendini düzenleyebilmek için gerekli olan temel ve istikrarlı zihinsel işlevleri (mental functions) tam ve başarılı biçimde kullanma kapasitesinde zorluklar yaşadığını öne sürerler; bu nedenle, bu işlevlerin yeniden harekete geçirilmesi ve yeniden bütünleştirilmesi gerekir ki, en uygun ve uyumlu biçimde çalışabilsinler. Bu analistler, bunun en iyi şekilde, hastaların içsel işleyişlerinin tamamını olabildiğince az kısıtlamayla bilinçli biçimde deneyimlemelerine ve açıklamalarına yardımcı olarak gerçekleştirilebileceğine inanırlar. Çocuk analizine uygulandığında bu yaklaşım, hastaların güçlüklerinin karmaşık “neden”lerinin farkına varmaları yerine, bir iç dünyaları olduğunun; bu iç dünyanın çevreyle ilgili önemli yaşantılardan ve fantezilerden kaynaklandığının; ve duygularına, öz-değerlerine, semptomlarına ve davranışlarına katkıda bulunduğunun farkına varmaları üzerinde durulması gerektiğini öne sürer. Çocuklarda zihinselleştirme kapasitesi, sözel yorumlamayla olduğu kadar oyun yoluyla ya da analistle kurulan ilişki aracılığıyla da geliştirilebilir. Bu bakış açısından, zihinselleştirme kapasitesi kazanmada yardıma ihtiyaç duyan yetişkin analizanlarla yürütülen terapötik çalışma, sözel yorumların yanı sıra aktarımkarşıaktarım eylemleri ve analistin kendi katılımı üzerine düşünme istekliliği yoluyla da gerçekleşir. Dolayısıyla psikanalizin amacını zihinselleştirmeyi (ya da içgörülülüğü) geliştirmek olarak yeniden tanımlamak ve bunun terapötik etkiye merkezi katkısını fark etmek, analistin teknik donanımındaki araçları genişleterek, genellikle saf analitik çerçevenin dışında görülen çalışma biçimlerini de kapsayabilir. Bazı psikanalistler, zihinselleştirmenin günümüzün çoğulcu psikanalitik ortamında yer alan çoklu modelleri bir araya getirebilecek bir kavram olduğunu ileri sürmektedir.

Fonagy ve meslektaşları (George, Kaplan ve Main, 1985; Fonagy ve diğerleri, 1996), M. Main’in Yetişkin Bağlanma Görüşmesi’nden (Adult Attachment Interview, AAI) yararlanarak yansıtıcı işlevi (reflective function, RF) değerlendirmeye yönelik bir yöntem geliştirmişlerdir. Bu değerlendirme yöntemi yakın zamanda bilgisayarlı hâle getirilmiş (Fertuck ve diğerleri, 2004) ve psikanalitik psikoterapi sürecinde, özellikle Aktarım Odaklı Psikoterapi (Transference Focused Psychotherapy) ile tedavi edilen borderline hastalarda, yansıtıcı işlevdeki değişimleri incelemek amacıyla kullanılmıştır (Levy ve diğerleri, 2006). Bouchard ve diğerleri (2008), zihinselleştirme kapasitesi, bağlanma durumu (AAI kullanılarak) ve Eksen I ile Eksen II patolojilerinin şiddeti arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Zihinselleştirme kapasitesini üç eksen üzerinden ölçmüşlerdir: yansıtıcı işlev, zihinsel durumlar ve duygulanımın sözel olarak ayrıntılandırılması; çalışmalarında yalnızca yansıtıcı işlevin bağlanma durumu ile ilişkili olduğunu göstermişlerdir.

Kaynak:

American Psychoanalytic Association. (2012). Mentalization. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 151).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir