Sonlandırma Aşaması Nedir?
Sonlandırma Aşaması (Termination Phase), analitik tedavinin son aşamasıdır ve bu dönemde analizin temel içeriği, analistin ve tedavinin beklenen kaybının anlamı etrafında yoğunlaşır. Bu nedenle, sonlandırma süreci, sıklıkla yas süreciyle (work of mourning) karşılaştırılır. Sonlandırma deneyimi, analizanın yaşam evresinden etkilense de, bu dönemde doğum, ölüm, hamilelik ve ayrılık ile ilgili fantaziler yaygın biçimde görülür. Sonlandırma aşaması, sıklıkla yoğun ve verimli bir analiz dönemidir; bu süreçte eski semptomların yeniden ortaya çıkması söz konusu olabilir. Bu dönem, tedavinin temelini oluşturan çatışma ve meselelerin son bir kez yeniden işlenmesini temsil eder. Genel olarak kabul edilen görüşe göre, tamamlanmış bir analiz hem hasta hem de analist tarafından taşınabilen bir fantezidir; dolayısıyla bu hedefe tam anlamıyla ulaşılamamış olmasından kaynaklanan hayal kırıklığı (disappointment: beklentinin gerçekleşmemesi) ve düş kırıklığı (disillusionment: yanılsamanın yıkılması) duyguları da sürecin bir parçası olarak ortaya çıkabilir. “İdeal” bir sonlandırmada, sürecin zamanı karşılıklı olarak kararlaştırılır; hem analizan hem de analist, hedeflerine ulaştıkları sonucuna birlikte varırlar. Sonlandırmaya hazır oluşla ilgili karar sürecinde belirleyici olduğu düşünülen başlıca etmenler şunlardır: semptomatik iyileşme, yapısal değişim, aktarım çözülme düzeyinin değerlendirilmesi, karşıaktarımın değerlendirilmesi, analistin sezgisi ve sonlandırmanın yalnızca deneme yanılma temelli olarak değerlendirilebileceğine dair bir inanç (S. Firestein, 1974). Ayrıca, analist ile analizan tarafından karşılıklı olarak kararlaştırılan sonlandırma ile analizin kesintiye uğraması arasında bir ayrım yapılmıştır. Kesintiler (interruptions) genellikle tek taraflı olarak -analizan ya da analist tarafından- kararlaştırılır; ancak bazen her iki taraf da tedavinin artık yeni bir kazanım getirmeyeceği konusunda uzlaşmaya vardığında, bu karar karşılıklı anlaşmayla da alınabilir.
Sonlandırma, özellikle günümüzde anlam kazanan psikanalitik bir kavramdır; çünkü analizler artık öncekine göre çok daha uzun sürmekte ve kapsam olarak da genişlemektedir. Bununla birlikte, sonlandırma konusu çeşitli tartışmalarla da çevrilidir. Bir hastanın sonlandırmaya hazır oluşunu belirlemede kullanılan ölçütler, analistin tedavi sürecine ve analitik ilişkiye dair kavramsallaştırmasıyla yakından bağlantılıdır. Ayrıca, hangi hedeflerin sonlandırmaya hazır oluşun göstergesi olarak kabul edilmesi gerektiği de tartışmalı bir konudur; bu tartışma, yaşam hedefleri (life goals) ile analitik hedefler (analytic goals) arasında yapılan ayrımda açıkça görülmektedir.
Freud sonlandırmadan söz etmiş olsa da, açılış, orta ve sonlandırma aşamaları olarak tanımlanan belirgin analitik aşamalar dizisi ancak 1950’li yıllarda ortaya konmuştur. İlginçtir ki, sonlandırma sözcüğü Strachey’nin Standard Edition’ının genel dizininde yer almaz. Bununla birlikte, Freud daha 16 Nisan 1900 tarihinde Fliess’e yazdığı bir mektupta, aktarımın çözümlenemeyen doğası nedeniyle bir analizi sonlandırmanın her zaman zor olacağından söz etmiştir (Masson, 1985b). İronik biçimde, Freud’un (1918a) sonlandırma aşaması üzerine en özel tartışması, Kurt Adam vakasına ilişkindir -Freud’un tıkanmış (stalemated) olarak değerlendirdiği bir vakaya. Freud, bu vakada “cesur bir önlem (heroic measure)” olarak zorunlu bir sonlandırma uygulamış ve dört yıl süren analizin büyük bölümünün, altı aylık sonlandırma evresinde gerçekleştiğini belirtmiştir. Freud (1937a), “Sonlandırılabilir ve Sonlandrırılamaz Analiz (Analysis Terminable and Interminable)” başlıklı makalede her ne kadar sonlandırma aşaması ifadesini hiç kullanmamış olsa da, sonlandırma konusunu ayrıntılı biçimde ele almıştır. Başlığın da ima ettiği gibi, Freud analizi -tıpkı kendi otoanalizi gibi- yaşam boyu süren bir süreç olarak görüyordu. Freud, analizin sınırlarını belirleyen bünyesel etkenleri ve ölüm dürtüsünün etkisini tanımlamış, ayrıca başarılı bir tedavinin gelecekte yeniden analize duyulacak gereksinime karşı bir bağışıklık sağlamadığını da belirtmiştir. Freud, yalnızca aktif çatışmaların analiz edilebileceğini kabul etmiş ve ünlü bir biçimde analistlerin kendi analizlerini her beş yılda bir yeniden sürdürmelerini önermiştir. Ferenczi (1927) ise analizlerin yorgunluktan ölmesiyle sona erdiğini savunmuş; bu benzetme, analizin ne zaman sonlandırılması gerektiğine ya da bu dönemin nasıl yapılandırılacağına dair açık bir çerçeve sunmayan, ama etkileyici bir anlatımdır. Ne Freud ne de Ferenczi, bir analizde sonlandırma aşamasının nasıl olması gerektiğini tanımlamıştır.
1950’de International Journal of Psychoanalysis’ta sonlandırma üzerine yayımlanan bir sempozyumla birlikte, sonlandırma ölçütleri, sonlandırma aşamasının özellikleri, standart sonlandırma tekniği ve kullanılabilecek teknik varyasyonlar üzerine tartışmalar başlamıştır (A. Reich, 1950). Sonlandırma aşaması kavramı ilk kez E. Glover’ın (1955) The Technique of Psychoanalysis adlı eserinde açık biçimde ortaya konmuştur. Glover, bir bireyin sonlandırma aşamasından geçmedikçe gerçekten analiz edilmiş sayılmayacağını savunmuş; böylece sonlandırma aşaması, tamamlanmış bir analizin mihenk taşı hâline gelmiştir.
Bunun ardından, tartışmalar sonlandırma ölçütlerine ve bir sonlandırma tekniği kuramına odaklanmaya başlamıştır (H. Blum, 1989). Zamanla, sonlandırma deneyimi, analiz edilebilirlik ve tedavi sonucuyla da ilişkilendirilmiştir (S. Weiss ve Fleming, 1980). J. Novick (1982) ise sonlandırma üzerine yaptığı bir derlemede, klinik değerlendirmenin, akatarımın durumunun ve analistin sezgisinin sürece önemli ölçüde katkıda bulunduğu sonucuna varmıştır. Buxbaum (1950), aktarım nevrozunun durumu ile sonlandırma arasındaki ilişkiye odaklanmıştır. Dewald (1972) ise belirti değişiminin, yalnızca aktarım nevrozundaki değişimlerle birlikte görüldüğünde güvenilir olduğunu ileri sürmüştür. Ancak bu bakış açısı, birçok analist tarafından oldukça kuşkulu bulunmuştur; çünkü günümüzde birçok klinisyen, bir analiz sürecinde aktarım nevrozunun ortaya çıkmasının kaçınılmaz bir durum olduğuna inanmamaktadır. Benzer biçimde, geçmişte çocukluk nevrozunun çözülmesi ve çatışmaların çocukluktaki kökenlerinin başarılı biçimde izlenip çözümlenmesi gibi kavramlar, sonlandırma için ölçüt olarak kabul edilmiştir (S. Firestein, 1974). Ancak, terapötik etkinin altında yatan mekanizmalar konusunda farklı görüşler öne süren analistler bu tür yaklaşımlara itiraz etmişlerdir (Fonagy, 2003).
Sonlandırma aşamasındaki çalışma, analitik sürecin temposunda bir artış, aktarımın regresif biçimde yoğunlaşması ve çalışma ittifakının daha verimli hale gelmesi ile tanımlanmıştır (J. Novick, 1982). Pek çok yazar, sonlandırma aşamasının temel görevlerini, edinilen içgörülerin derinlemesine işlenip sentezlenmesi (Ekstein, 1965), içgörünün etkili ve kalıcı eyleme dönüştürülmesi (Greenson, 1965b) ve analistin kaybının yasının tutulması olarak tanımlamıştır. Loewald (1962a), sonlandırma aşamasını yoksunluk ve özerkliğin yan yana durduğu uzun bir veda süreci olarak görmüştür.
Onlarca yıl boyunca, analitik ilişkinin terapötik deneyimin önemli bir yönü olarak tanınması, hastanın analisti hem bir aktarım nesnesi hem de gerçek bir nesne olarak kaybetmeye katlanması gerektiği görüşünde yansımasını bulmuştur (H. Blum, 1989). Her iki bileşene verilen önem, analistin kuramsal yönelimine göre değişir (Fonagy, 2003); ancak tüm analistler, analitik ilişkinin hem hasta hem de analist için benzersiz biçimde içsel ve anlamlı bir ilişki olduğu konusunda hemfikirdir. Analist, sonlandırma sürecinin duygusal deneyimine ortak olur ve kendisi de kayıpla yüzleşmek zorundadır; hem hastasına hem de birlikte yürüttükleri çalışmaya olan bağlılığını bırakmalı ve bu çalışmanın sınırlarını kabul etmelidir. Psikopatolojisi daha belirgin olan ve analiz boyunca analisti destekleyici bir gerçek nesne olarak deneyimleyen hastalar için sonlandırma, ek zorluklar doğurur. Analizlerinin sonlandırılmasından yıllar sonra görüşülen hastalar üzerine yaptığı bir takip çalışmasında Pfeffer (1993), aktarım nevrozunun geçici ancak canlı biçimde yeniden ortaya çıkmasıyla birlikte eski semptomların da yeniden belirdiğini tanımlamıştır. Pfeffer, analiz süreci boyunca analistin hem eski hem de yeni bir nesne olarak oluşturulmuş kalıcı bir zihinsel temsiline ulaşıldığı sonucuna varmıştır.
Kaynak:
American Psychoanalytic Association. (2012). Termination phase. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 259).
