Dürtü / İçgüdü Nedir?

Dürtü [drive], psikanalitik literatürde zaman zaman içgüdü [instinct] ya da içgüdüsel dürtü [instinctual drive] olarak da adlandırılsa da, özünde bireyin biyolojik gereksinimlerinden kaynaklanan, süreklilik arz eden içsel bir güdüsel baskının zihinsel temsili olarak tanımlanır; bu baskı zihinsel etkinliği uyarır ve dolayısıyla tüm insan psikolojik yaşantısının temelini oluşturur. Zihne ilişkin bazı kuramsal modellerde (Freud’un özgün modelinde olduğu gibi), insan davranışı, içselleştirilmiş düzenleyici yapılar (ego ve süperego), kendilik deneyimi ve önemli nesnelerle kurulan ilişkisel deneyimlerin düzenleyici etkisi altında, çatışma ya da iş birliği içinde işleyen libidinal ve saldırgan dürtülerin [libidinal and aggressive impulses] bir yansıması olarak kavramsallaştırılır. Başka bir deyişle, dürtüler asla saf hâlleriyle var olmazlar; her zaman içsel psişik yapılarla ve ilişkisel yaşantılarla şekillenen karmaşık bir bütünlük içinde değerlendirilirler.

Psychoanalytic Terms and Consepts

“Zihinsel yaşamımızın tüm akışı ve düşüncelerimizde ifadesini bulan her şey, fiziksel yapımızda doğuştan var olan çok yönlü içgüdülerin [dürtülerin] birer türevi ve temsilcisidir.” (Freud, 1932c, s. 221)

“[The] İçgüdü [drive]), bize zihinsel ile bedensel olanın sınırında yer alan bir kavram olarak görünür; organizmanın içinden kaynaklanıp zihne ulaşan uyarımların psişik temsilcisi olarak, bedenle olan bağlantısı sonucunda zihne yöneltilen çalışma talebinin bir ölçüsüdür.” (Freud, 1915c, s. 121–122)

Almanca fiil Treiben, genel anlamıyla “harekete geçirmek” demektir; en eski anlamı ise “sığır gütmek”tir. Bu fiil, aynı zamanda bitkilerin büyümesini sağlamak, metali damgalamak, maden oyuğu açmak, dil pratiği yapmak, ticaret yapmak, para harcamak, ya da yaramazlık yapmak anlamlarında da kullanılır -Almanca’da tüm bu eylemler için Treiben fiili geçerlidir. Aynı şekilde, birini kaçmaya zorlamak, sınırına kadar itmek ya da bir şey yapmaya mecbur hissetmek anlamlarını da taşır.

İsim olarak Trieb da aynı derecede geniş bir güç ve çeşitlilik alanını kapsar. Bitkiler söz konusu olduğunda filiz, sürgün ya da dal anlamına gelir; hayvanlar ve insanlar için ise dürtü, eğilim, meyil, istek ya da içgüdü anlamlarını taşır -bunların hepsi Trieb kelimesiyle ifade edilir; ancak kişi kendi arzularına teslim olduğunda, bu kelime pejoratif bir anlam kazanır. Triebleben, “dürtüsel yaşam [instinctual life]” anlamına gelirken Triebhaft, “içgüdüsel [instinctive]” demektir. Fizikte, Trieb “itici güç [motor force]” anlamındadır ve birçok bileşik sözcükte yer alır: Triebfeder esas sebep [mainspring], Triebkraft itici güç [driving force] demektir. Triebstoff, kelime anlamıyla “itici şaft [driving stuff]” demektir ve “yakıt” anlamında kullanılır.

James Strachey, Trieb terimini “içgüdü [instinct]” olarak çevirmeyi seçmiş olsa da, İngilizce “dürtü [drive]” kelimesi, Almanca’daki karşılığı gibi gündelik kullanımda yer alan bir sözcüktür. Bu kelime, canlı varlıklardaki değişim ve etkinlik ilkesini içerir. Dinamik açıdan bakıldığında, bu kavram antik Yunanca physis [büyüme ve değişim kaynağı] kavramına oldukça benzer. 1780 yılında Schiller, Freud’un da yakından bildiği bir denemesinde Trieb üzerine yazmış ve şu cümleyi kurmuştur: “Hayvani dürtüler, entelektüel dürtüleri uyandırır ve genişletir.” Freud, sıklıkla Schiller’in “Die Weltweisen” adlı şiirine atıfta bulunarak, “iki en güçlü güdüsel kuvvetin -açlık ve sevgi [hunger and love]- etkisinden” söz etmiştir (1899a, s. 316). Freud, Trieb sözcüğüne dayanan kırk beşten fazla terim türetmiştir; bunlardan biri de Strachey’nin “içgüdüsel çatışma [instinctual conflict]” olarak çevirdiği Triebkonflikt terimidir. Ayrıca Freud, dürtüleri çok çeşitli biçimlerde nitelendirmiştir: cinsel dürtüler [sexual drives], ego dürtüleri [ego-drives], benliği koruma dürtüsü [drive for self-preservation], saldırgan dürtüler [aggressive drives], iktidar dürtüsü [drive for power], egemenlik dürtüsü [drive for mastery], yıkıcı dürtü [destructive drive], yaşam dürtüsü [life-drive], ölüm dürtüsü [death-drive], bilme dürtüsü [drive for knowledge] ve sosyal dürtü [social drive] bunlar arasındadır. Bu liste, kısmi dürtüler [partial drives] sınıflandırmasını bile içermemektedir. Aynı şekilde, Freud’un dürtü Trieblehre de bu bağlamda anılmamaktadır. Sonuç olarak Trieb terimi, iki farklı anlam düzeyinde kullanılmaktadır: Birincisinde, belirli bir zihinsel dinamiğin altında yatan güçleri ifade eder; bu durumda Freud, “içgüdüsel itkilerde [instinctual impulses]” kendini gösteren bir dürtü ya da dürtülerden söz eder (1915c, s. 124);ya da, alternatif olarak, o, bu durumda daha kapsayıcı bir dinamiği ifade eder; Freud bu anlamda dürtü, ya da yaşam dürtüsü [life-drive] ve ölüm dürtüsü [death-drive] terimlerine başvurmuştur.

Dil, bize “dürtü” kavramının anlamına ilişkin sabit bir yön sunar: canlı organizmalarda içkin olan ve nihai olarak tüm eylemlerinin temelinde bulunan hareket ettirici ilke. Bir dürtü, etkinliktir [A drive is activity].

Libido [libido] kavramı 1894 yılında psişik cinsel uyarılma [psychical sexual excitation] olarak ortaya konar konmaz, “anksiyete nevrozu mekanizmasının kavramı daha açık hale getirilebilsin” diye bir cinsel dürtü [sexual drive] taslağına da ihtiyaç duyulmuştur (Freud, 1895b [1894], s. 108). Başlangıçta cinsel dürtü, kavramsal bir düzleme aitti. Bu dürtü, organik cinsel süreçlerin enerjisinin psişik cinsel enerjiye -ya da libidoya- dönüşmesini sağlayan göreli olarak sürekli bir evre ve yer değişimini ifade ediyordu. Dolayısıyla cinsel dürtü, bu geçişin kendisine ve onun dinamiğine gönderme yapar; libido’nun kavramsal karşılığıdır.

Kısa sürede üç sabit unsur ortaya çıkmıştır. Dürtü ve kuram: “dürtü” psişik süreçlerin dinamik olarak anlaşılması için gerekli olan temel bir kavramdır. Tıpkı fizikte manyetik ya da yerçekimsel alanların etkilerinden çıkarımla kavranması gibi, dürtü de etkilerinden yola çıkarak anlaşılır. Dürtü ve biyoloji: dürtü kuramı, psikanalitik kuramın bedensel süreçlere dayanan ve bu nedenle biyolojiyle sınır oluşturan bölümüdür (Freud, Brown-Séquard’ın 1899 tarihli deneylerinden haberdardı). Dürtü, cinsellik ve libido: Freud’un bütün çalışmaları cinsel dürtü üzerine odaklanmıştır. Dürtü hangi yapısal karşıtlıklar içinde ele alınırsa alınsın, insani zihinsel yaşamın en baskın dinamik referansı olarak kalır ve bu nedenle libido biçiminde ifade edilir.

Freud bu kavramı sonradan keskinleştirip ayrıntılandıracak olsa da, dürtü kavramı daha 1894 yılında en az üç farklı anlamda tahammül sınırlarını aşan [transgresif] bir nitelik taşımaktaydı:

  1. İnsani zihinsel yaşamda cinselliğin önemini vurguladı.
  2. Beden/zihin düalizmini altüst etti.
  3. Ve bunu yaparken, Aristoteles’in ve dönemin matematikçileri ile fizikçilerinin tarzında, kararlı ve bireyselleşmiş biçimlerin gerçekleşmesinde dinamik etmenin önceliğini yeniden tesis etti.

Freud, dürtü kuramında birbirini izleyen üç “aşamayı” ayırt etmiştir: “cinsellik kavramının genişletilmesi”, “narsisizm varsayımı” ve “[dürtülerin] regresif niteliğinin ileri sürülmesi” (1920g, s. 59). Bu aşamaları Freud’un başlıca eserlerinde izlemek mümkündür: İlk olarak, Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme (Three Essays on the Theory of Sexuality, 1905d); ardından, “Narsisizm Üzerine: Bir Giriş [On Narcissism: An Introduction, 1914c]” ile 1915’te yazılıp 1924’te yayımlanan metapsikolojik yazılar; ve son olarak, Haz İlkesinin Ötesinde [Beyond the Pleasure Principle, 1920g].
İlk aşama, cinsel dürtüyü bileşen kısmi dürtülere ayırmış ve çocukluk ccinselliğinin önemini vurgulamıştır. İlk aşama, cinsel dürtüyü bileşen kısmi dürtülere [component partial drives] ayırmış ve çocukluk cinselliğinin önemini vurgulamıştır. İkinci aşama, ego ve narsisizm gibi, temel düzeyin ötesinde daha geniş boyutlu yeni psişik oluşumlar üretmiştir. Bu aşamada dürtü düalizmi [drive dualism] ile ilgili bir güçlük ortaya çıkmıştır; buna karşın, dürtü, onun basıncı [pressure] ve psişik temsilcileri [psychical representatives] açık biçimde tanımlanmıştır. Üçüncü aşama, yaşam dürtüsü ve ölüm dürtüsünü ortaya koymuş, böylece tüm ruhsal yaşamı ve tüm maddeyi kapsayan geniş bir düalizm kurulmuştur. Her aşamada Freud, dürtü kavramının alanını genişletmiş, ancak önceki bilgileri ya da daha sınırlı bakış açılarını asla bütünüyle terk etmemiştir.

Freud’un, “cinsel dürtünün temel özellikleri ve gelişim süreci üzerine yaptığı kapsamlı inceleme” (1905d, s. 173), onu hem dilsel hem de geleneğe dayalı sınırların çok ötesine taşımış ve bu araştırmaya dayanarak psikanalizin dinamiğini temellendirmesine olanak sağlamıştır. Dürtüler kuramı öylesine merkezi bir önem taşımaktaydı ki Freud -diğer temel eserlerinde uyguladığının aksine- bu kuram geliştikçe Üç Deneme’yi sürekli olarak yeniden gözden geçirmiş, nihayet 1924 baskısında kitaba fallik evre ve birincil mazoşizm gibi kavramları eklemiştir. Yine de, Freud’un 1924’teki hatırlatmasına güvenecek olursak, psikanaliz kuramını oluşturan unsurların 1905 yılı itibarıyla zaten yerleşmiş olduğu kabul edilebilir: “Bunlar; içgüdüsell yaşamın (duygulanımsallığın [affectivity]) vurgulanması, zihinsel dinamiklerin önemi, görünüşte en karanlık ve rastlantısal zihinsel olguların bile her zaman bir anlam ve nedensellik taşıdığı gerçeği, psişik çatışma kuramı ve bastırmanın patojenik doğası, semptomların ikame doyumlar olduğu görüşü, cinsel yaşamın nedensel öneminin tanınması, ve özellikle de çocukluk cinselliğinin başlangıç evresine ilişkin kabulüdür” (1924f, s. 198).

Bu etkenler, sıralanışlarının da gösterdiği üzere, Üç Deneme’de geliştirilen kurama dayanır. Cinsel dürtü, ilkin “doğal” nesnesi olan karşı cinsten yetişkinden ayrıştırılmış, ardından da çocuklukta ortaya çıkan kısmi dürtülere -oral dürtü, anal-sadistik dürtü vb.- ayrılmıştır.

Bunlar [kısmi dürtüler], kaynakları [source], yani bedensel bir erotogen bölge; amaçları [aim], yani uyarılmanın deşarj yoluyla sona erdirilmesi ve en değişken öge olan nesneleri [object] bakımından tanımlanırlar. İzleyebilecekleri olası yollar çeşitlidir: yetişkin cinsel etkinliğinde ön sevişme; nevrozlarda bastırma ve semptomatik dışavurum; perversiyonlarda fiksasyon ve tek yönlülük; ve nihayet tüm savunma oluşumları -tepki oluşturma (reaction formation), amaç açısından ketlenme (inhibition as to their aim), yüceltme (sublimation) vb.

Böylece, yetişkin cinselliğinin çeşitliliği, onun “polimorfik bir şekilde sapkın” çocukluk gelişimi ile açıklığa kavuşur -ve normal ile patolojik arasındaki karşıtlık ortadan kalkar. İnsan cinselliğinin oluşumundaki iki evre -önce erken çocukluk, ardından ergenlik- dürtü enerjisinin “engellenmesini” [damming up] ve bireyin psişik gelişiminin, cinsel dürtüler pahasına savunmaların kurulması yoluyla açıklamaktadır. “Dürtülerin doğasına ilişkin en basit ve en olası varsayım, dürtünün kendisinin herhangi bir nitelikten yoksun olduğu ve zihinsel yaşam açısından yalnızca zihinden talep edilen çalışma miktarının bir ölçüsü olarak görülebileceğidir.” (1905d, s. 168) Dürtü dinamiklerinin değişkenliği ve plastisitesi, bu anlayış açısından temel önemdedir; çünkü bu bakış, bireyin ve kültürün gelişimini, dürtünün gelişim süreci boyunca ele alır.

Cinsellik kavramının genişletilmesine ilişkin olarak Freud şöyle yazar: “Bu olgular, cinsel içgüdüler [dürtüler] ile benlik içgüdüleri [dürtüler] (kendini koruma içgüdüleri [dürtüleri]) arasında bir karşıtlık kurularak açıklanabilir; bu da, halk arasında söylenen açlık ve aşk dünyayı döndürür deyişine uygundur: libido, aşkın gücünün dışavurumuydu; açlık ise kendini koruma dürtüsünün. Benlik dürtülerinin doğası, o dönemde henüz tanımlanmamıştı ve benliğin diğer tüm özellikleri gibi, çözümlemeye kapalıydı.” (1923a [1922], s. 255) Dolayısıyla, psişik çatışmanın bir bileşeni olarak benlik dürtüleri, Freud’un kuramında vazgeçilmez bir konuma sahipti.

Freud, 1911 yılında Schreber vakasıyla birlikte dürtüler üzerine araştırmasını sürdürürken, başlangıçta kendisini “desteksiz” durumda görmüştür; çünkü benliğe yönelik libidinal yatırım kavramı, dürtü düalizmini ortadan kaldırıyor gibi görünmüştür. “Böylece, kendini koruma içgüdüleri [dürtüler] de libidinal bir nitelik taşımaktaydı: bunlar, dış nesneler yerine öznenin kendi benliğini nesne olarak alan cinsel içgüdüler [dürtüler] idi. Kendini koruma içgüdülerinin libidosu, artık narsisistik libido [narcissistic libido] olarak tanımlanmıştı ve bu yüksek düzeydeki kendini sevmenin, birincil ve normal durum olduğu kabul edilmişti. Bu nedenle, daha önce aktarım nevrozları için ortaya konan formülün düzeltilmesei değil, fakat değiştirilmesi gerekiyordu. Cinsel içgüdüler ile benlik içgüdüleri arasındaki çatışmadan söz etmek yerine, nesne-libidosu ile benlik-libidosu arasındaki çatışmadan ya da -bu içgüdülerin [dürtülerin] doğası aynı olduğundan- nesne yatırımları [object cathexes] ile ego arasındaki çatışmadan söz etmek daha uygun olacaktı.” (1923a [1922], s. 257)

1914 ile 1920 yılları arasında, dürtü düalizmi artık ortadan kalkmıştır.
Dürtünün sürekli ve kesintisiz basıncı, haz ilkesiyle birlikte, hem psişik dinamikleri hem de psişik oluşumların çeşitliliğini (karşıkateksis ve ilk bastırma yoluyla) açıklamak için yeterli görülmüştür. “Bir içgüdünün [dürtünün] basıncı derken, onun motor ögesini, yani temsil ettiği güç miktarını ya da zihinden talep ettiği çalışma ölçüsünü anlarız. Basınç uygulama özelliği, tüm içgüdülere [dürtülere] ortak bir niteliktir; gerçekte bu, onların özünü oluşturur.” (1915c, s. 122) Freud, dürtüyü psişenin temelinde yer alan potansiyel bir durum olarak evrenselleştirerek, dürtülerin nasıl ortaya çıktığını da açıklamıştır: Dürtüler, bilinçdışında işleyen kuvvetlerdir ve bastırma yoluyla açığa çıkan ikili temsil biçimleri -düşünceler [ideas] ve duygulanım kotaları [quota of affect]- aracılığıyla kendilerini gösterirler.

Dinamik düzeyde monist ancak ortaya çıkardığı etkiler bakımından düalist olan -her ne kadar böylesi bir düalizm niteliksel dinamiklerin çoğunda yaygın olsa da- bu durumdan hoşnut olmayan Freud, şu varsayımı öne sürmüştür: “Yaşamı oluşturan ve ölüme götüren süreçler üzerine yapılan geniş kapsamlı bir değerlendirme temelinde, organizmadaki yapım [construction] ve çözülme [dissolution] süreçlerine karşılık gelen iki tür [dürtünün] varlığını kabul etmemiz gerektiği olasılığı belirginleşmektedir.” (1923a, s. 258) Haz İlkesinin Ötesinde’de [Beyond the Pleasure Principle] (1920g), Freud, iki tür dinamiğin etki ettiği bir alan kurmuştur; bu alanın alt tabakası (substratı), cansız madde ile canlı özden oluşur. Bunlardan biri, saf durağanlığa gönderme yapar: ölüm dürtüleri [the death-drives]. Diğeri ise, varlığını sürdüren canlılarda sürekliliğe ve esnek bir dengeye işaret eder: yaşam dürtüleri ya da Eros [the life-drives, or Eros]. Bu alan, id, ego ve süperegoyu kapsayacak biçimde genişletilmiş bir psişik aygıtı barındırır; burada temel dürtüler, libido, yıkıcılık ve mazoşizm biçimlerinde ortaya çıkar. Freud’un ifadesiyle: “İçgüdüleerin iki sınıfının arasındaki karşıtlık yerine, aşk ve nefret [love and hate] kutuplaşmasını koyabiliriz.” (1923b, s. 42)

Bu noktadan itibaren, dürtünün dinamikleri ve alanına ilişkin bu model yeterli görülmüştür. Ancak, yaşam dürtüleri ve ölüm dürtüleri kuramı, hâlâ bu modele tam olarak sığmayacak kadar çeşitli önermeleri içinde barındırmaktaydı. Birçok etkenin hâlâ yerli yerine oturtulması gerekiyordu.

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir